Kristal Ekran Dizi Film Ödülleri
TÜRKİYE'nin ilk EMMY ÖDÜLLERİ sahiplerini arıyor.
- 15 Nisanda oylamalar başladı.
- 1 Eylül 2007 tarihinden itibaren 13 bölüm yayınlanmış olan tüm diziler ön eleme için oylamaya sunulacaktır.
- Oylamalar SMS yolu ile ve www.kristalekran.com adreslerinden yapılacaktır.
- Sizlerin oylamaları sonunda finale kalan 15 dizi film juri tarafından değerlendirilerek ödüle layık görülecektir.
1. Kuşadası’nda 13-15 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan “Kristal Ekran Dizi Film Festivali ve Yarışması” tamamı ile hayatımıza girmiş olan dizi filmlerin emekçilerinin ve oyuncularının ekran dışına çıkarak halkla buluşmasının ve verdikleri emeğin karşılığında ödüllendirilmesini amaçlamaktadır. “Kristal Ekran Dizi Film Festivali ve Yarışması” kanallar üstü organizasyon yapısı, eleme usülleri ve jürisiyle ilk yılında ulusal, gelecek yıllarda uluslararası bir yarışma olmayı hedefliyor. Detaylı bilgi ve oy vermek için hemen tıklayınız..
773 yorum:
«En Eski ‹Eski 201 – 400 / 773 Yeni› En yeni»n.n 3
Kapının çalınmasıyla irkildi,
“Gel”
“Çayınız komutanım”
“Bırak oğlum sağol”
“Devriye için jipi hazırlasınlar mı komutanım?”
“Daha erken, Kaya asteğmenin gelince haber ver, devriyeye beraber çıkacağız.”
“Emredersin komutanım.”
Çay sıcacıktı, şekerini atarak karıştırdı. Gece 1-3 devriye nöbeti vardı.Bütün nöbet yerlerini dolaşarak nöbetçileri kontrol etmesi gerekiyordu. Kaya asteğmenle aynı dönemdiler. Kafaca uyuştukları için beraber vakit geçirmeyi seviyorlardı. Diğer bölükte olmasına rağmen sık sık buluşuyorlardı. Bu akşam o da nöbetçi subayıydı. Birazdan damlar diye düşündü. Beklerken Subay gazinosuna gidip televizyondan haberleri izlemek istedi, sonra vazgeçerek koltuğuna iyice gömüldü. Günlerdir uykusuzdu.
Sevil;
“Soner Efe’yi görebiliyor musun?
Soner;
“Henüz göremedim Sevilcim.
Efe’nin yemin töreni için Ankara’ya yedek subay okuluna gelmişlerdi.Yemin töreninden sonra kuralar çekilecek herkes birliğine dağılacaktı. Kırk beş gündür görmedikleri oğullarının
Yemin törenini izlemek, hasret gidermek için sabah erkenden uçağa binmiş,yemin törenine ucu ucuna yetişmişlerdi. Teşrifatçı bir er eşliğinde tören alanına kurulan tribünlerde yerlerini almışlardı.
Geniş bir alana dizilmiş masaların üstüne Türk bayrakları serilmiş,bayrağın üstüne muhtelif silahlar yerleştirilmişti.Masaların etrafına dizilmiş çakı gibi yedeksubay adayları bir ellerini arkadaşlarının omzuna diğer ellerini de masadaki silah ve bayrağa basarak yemin ediyordu.
Yemin töreninden hemen sonra kura çekimi başlamıştı.Sevil heyecanda titriyor,sıkıca kavradığı Soner’in elini nasıl sıktıysa, Soner;
“Sevil’cim, ahh.. Sevil’cim tırnakların…
Sevil’in Soner’i duyacak hali yoktu başını gökyüzüne çevirmiş dua etmekle meşgüldü.
“Allah’ım ne olur doğu olmasın, lütfen Allah’ım doğu olmasın… Soner;
“Lütfen Sevil’cim yapma. Ne farkı var her taraf vatan toprağı değil mi?”
“Komutanım! komutanım!” Nöbetçi çavuşun omzundan sarsmasıyla kendine geldi.
“Söyle Şahin çavuş, ne oldu? Vukuat mı var?”
“Yok komutanım” Kulak memesini çekerek üç kere tahtaya vurdu.
”Allah korusun” gülümseyerek,
“Kaya asteğmenim geldi,gazinoda bekliyor,” Efe;
“ Saat kaç oldu?” Şahin çavuş;
“ Gece yarısını geçti komutanım.
” Efe;
“ Saat birde araç hazır olsun devriyeye çıkalım. Mobil telsizlerin şarzları tamam mı?
“ Hepsi faal, kontrol ettim komutanım.”
“ Sağol çavuşum.”
Gazino karargah binasının giriş katında, subay astsubayın beraberce çay kahve içtiği
Beş altı masa ve bir televizyon dan oluşan bir odaydı.
Kapıdan girince,
devamı var
n.n 4Kaya;
“ Vayy devrem ne haber?”
Efe;
“Ne olsun be devre her günkü rutin işler. Uykusuzluktan sallanıyorum artık, birazdan devriyeye çıkacam, sen de gelsene”
Kaya;
“ Olur çıkarız beraber, gel bi tavla atalım vakit geçer”
Efe” Saat bire geliyor zaman yok.”
Kaya” Gel be oğlum bi üç atarız, he hee çok sürmez bi mars bi düz doğru kursa hehhee”
Efe” Hadi len… Gel bakalım.”
Sevil yatağın içinde huzursuz bir şekilde dönüp duruyordu, gürültüyle horlayan Soner’in yastığını hafifçe yukarı kaldırdı. Başı diğer tarafa düşen Soner’in horultusu kesildi.
Komodinin üzerinde duran abajurun ışığını yakan Sevil az önce bıraktığı kitabı yeniden eline aldı. Aynı sayfayı defalarca okuduğu halde hiçbir şey anlamadığını görünce ayracı yerleştirerek kitabı kapattı.Tekrar horlamaya başlayan Soner’i dürterek;
“ Soner…Soner…”
Soner; ”Hıı”
Sevil; “ Soner…”
Soner yarı uyuklar vaziyette Sevil’e dönerek;
“Sevil’cim ne olursun yat artık, akşamdan beri sağa sola dönmenden uyuyamadım, yatta biraz uyuyayım, sabah işe gidecem, hadi aşkım, hadi bir tanem…
Sevil; “ Ne kadar rahat adamsın yaa, tek düşündüğün şey uyku değil mi? Sevil’in sesindeki kızgınlık Soner’in uykusunu iyice dağıtmıştı. Kalkarak sırtını, dikleştirdiği yastığa yasladı.
Sol kolunu karısının omzuna atarak Sevil’in başını omzuna doğru çekti. Soner;
“Aşkım neyin var? Hasta mısın bir yerin mi ağrıyor, söyle bir tanem… O ana kadar gözyaşlarını tutan sevil çözülerek ağlamaya başladı. Sevil;
“ Hayır bir şeyim yok, sadece içimde bir sıkıntı var. Efe’mi oğlumu çok özledim…
Soner; “Karıcığım daha dün görüştük ya. Aslan oğlum benim taş gibi taş…Hadi sil gözyaşlarını şimdi, yarın sabah arar görüşürsün oğlunla.
Sevil; “ Şimdi arayalım”
Soner;” Karıcığım, bir tanem şimdi uyuyordur çocuk, arayıp korkutmayalım sabah ararız.”
Sevil;” Ararız değil mi?”
Soner;”Ararız aşkım, hadi biraz uyumaya çalış, hadi bi tanem…
Sevil başını kocasının göğsüne yaslayarak gözlerini kapadı. Soner Sevil’i kollarının arasına almış saçlarının mis kokusunu içine çekiyor, kulağına tatlı sözler fısıldayarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Az sonra ikisi de uykunun kollarına teslim oldular.
Devriyeyi bitirmiş dönüyorlardı. Aracı yol kenarına bırakmış nöbet bölgelerini yürüyerek dolaşmışlardı. Pusu atmış olan timlerle telsiz irtibatı kurmuş, nöbet bölgelerini tek tek dolaşmışlardı. Soğuk bıçak gibi kesiyordu. Kurada çektiği birlik Van’ın Başkale ilçesiydi.
Türkiye’nin en yüksek yerleşim bölgesi. Dört tarafı dağlarla çevrili bir ilçe. Dört tarafındaki dağlarda teröristlerin cirit attığı, İran ve Irak sınırlarına komşu bir ilçe.
Kaya fısıltıyla; “ Devrem az sonra araçtayız, dondum be. Bu tüfekte on kilo oldu sanki”
Efe “Ee devrem az yol yapmadık, yedi kilometredir yürüyoruz. Bunun yarısı tırmanış.”
Kaya; “Baksana hava ağarmaya başladı “
Efe ; “ Birader bir türlü alışamadım, gecenin üçünde hava ağarır mı yaa, doğu ama bu kadar mı doğu.”
En önde yürüyen çavuş aniden durdu, sağ elini yumruk yapıp yere çökmüştü ki,
Tepeden üstlerine kurşun yağmaya başladı. Hemen yere yatarak savunma pozisyonu aldılar,
Üstlerine ateş edilen tepeye doğru ateş ediyor, bir yandan telsizle yardım istiyorlardı…
Efe sol gözünü açamıyordu başında bir sıcaklık hissediyor,Kayanın sesini duyuyor, ne dediğini bir türlü anlayamıyordu. Babası ne zaman gelmişti, gülümseyerek kalkmak istedi…
devamı olabilir mi?
HEDEF KITLE : AB
14 MAYIS 2008 ÇARŞAMBA
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 YAPRAK DOKUMU [NET] KAND 19,80 48,50
2 YAPRAK DOKUMU (OZET) [NET] KAND 12,50 38,30
3 AVRUPA YAKASI [NET] ATV 10,90 27,50
4 YOL ARKADASIM (TKR) [NET] KAND 6,30 25,20
5 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 6,20 15,30
6 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 5,60 22,10
7 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 5,50 22,10
8 AVRUPA YAKASI (OZET) [NET] ATV 5,00 16,40
9 SPOR GUNDEMI KAND 4,90 17,60
10 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 3,30 19,20
11 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 3,10 17,70
12 GULBEN ERGEN''LE SURPRIZ [NET] ATV 3,10 16,50
13 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,00 12,10
14 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,80 21,00
15 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 2,70 11,10
16 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 2,60 15,40
17 BIZIM EVIN HALLERI (OZET) K1 2,50 16,60
18 SPOR SAYFASI SHOW 2,50 9,20
19 DERYALI GUNLER [NET] SHOW 2,10 19,20
20 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,10 7,60
21 STAR SPOR STAR 2,00 6,70
22 DOBRA DOBRA [NET] KAND 1,90 22,30
23 ESRA EROL''LA IZDIVAC (TANISMA) [NET] STAR 1,90 14,90
24 ARKA SOKAKLAR (OZET) KAND 1,90 13,40
25 ZENIT-GLASGOW RANGERS [NET] SHOW 1,80 10,20
HEDEF KITLE : TOTAL
14 MAYIS 2008 ÇARŞAMBA
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 YAPRAK DOKUMU [NET] KAND 20,20 47,50
2 YAPRAK DOKUMU (OZET) [NET] KAND 13,70 36,90
3 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 8,70 20,90
4 AVRUPA YAKASI [NET] ATV 6,40 15,40
5 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 5,30 20,80
6 SPOR GUNDEMI KAND 5,20 16,80
7 YOL ARKADASIM (TKR) [NET] KAND 5,10 22,20
8 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 4,90 18,70
9 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,70 14,60
10 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 3,60 20,10
11 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,90 15,70
12 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 2,90 8,10
13 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,80 22,10
14 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 2,80 15,00
15 SOSYETE SABAN (T.S) [NET] FOX 2,70 7,10
16 SPOR SAYFASI SHOW 2,60 8,30
17 AVRUPA YAKASI (OZET) [NET] ATV 2,60 7,50
18 GULLERIN SAVASI (Y.S) [NET] STAR 2,60 6,20
19 KANAL 7 HABER SAATI KAN7 2,30 10,90
20 SOL CENNETIN IRMAKLARI (TV FILMI) [NET] KAN7 2,30 5,80
21 ZENIT-GLASGOW RANGERS [NET] SHOW 2,20 14,10
22 SELENA (TKR) [NET] ATV 2,10 17,10
23 STAR SPOR STAR 2,10 6,20
24 GULBEN ERGEN''LE SURPRIZ [NET] ATV 2,00 11,80
25 YANASMA (T.S) [NET] STV 2,00 5,40
n.n 3
Kapının çalınmasıyla irkildi,
“Gel”
“Çayınız komutanım”
“Bırak oğlum sağol”
“Devriye için jipi hazırlasınlar mı komutanım?”
“Daha erken, Kaya asteğmenin gelince haber ver, devriyeye beraber çıkacağız.”
“Emredersin komutanım.”
Çay sıcacıktı, şekerini atarak karıştırdı. Gece 1-3 devriye nöbeti vardı.Bütün nöbet yerlerini dolaşarak nöbetçileri kontrol etmesi gerekiyordu. Kaya asteğmenle aynı dönemdiler. Kafaca uyuştukları için beraber vakit geçirmeyi seviyorlardı. Diğer bölükte olmasına rağmen sık sık buluşuyorlardı. Bu akşam o da nöbetçi subayıydı. Birazdan damlar diye düşündü. Beklerken Subay gazinosuna gidip televizyondan haberleri izlemek istedi, sonra vazgeçerek koltuğuna iyice gömüldü. Günlerdir uykusuzdu.
Sevil;
“Soner Efe’yi görebiliyor musun?
Soner;
“Henüz göremedim Sevilcim.
Efe’nin yemin töreni için Ankara’ya yedek subay okuluna gelmişlerdi.Yemin töreninden sonra kuralar çekilecek herkes birliğine dağılacaktı. Kırk beş gündür görmedikleri oğullarının
Yemin törenini izlemek, hasret gidermek için sabah erkenden uçağa binmiş,yemin törenine ucu ucuna yetişmişlerdi. Teşrifatçı bir er eşliğinde tören alanına kurulan tribünlerde yerlerini almışlardı.
Geniş bir alana dizilmiş masaların üstüne Türk bayrakları serilmiş,bayrağın üstüne muhtelif silahlar yerleştirilmişti.Masaların etrafına dizilmiş çakı gibi yedeksubay adayları bir ellerini arkadaşlarının omzuna diğer ellerini de masadaki silah ve bayrağa basarak yemin ediyordu.
Yemin töreninden hemen sonra kura çekimi başlamıştı.Sevil heyecanda titriyor,sıkıca kavradığı Soner’in elini nasıl sıktıysa, Soner;
“Sevil’cim, ahh.. Sevil’cim tırnakların…
Sevil’in Soner’i duyacak hali yoktu başını gökyüzüne çevirmiş dua etmekle meşgüldü.
“Allah’ım ne olur doğu olmasın, lütfen Allah’ım doğu olmasın… Soner;
“Lütfen Sevil’cim yapma. Ne farkı var her taraf vatan toprağı değil mi?”
“Komutanım! komutanım!” Nöbetçi çavuşun omzundan sarsmasıyla kendine geldi.
“Söyle Şahin çavuş, ne oldu? Vukuat mı var?”
“Yok komutanım” Kulak memesini çekerek üç kere tahtaya vurdu.
”Allah korusun” gülümseyerek,
“Kaya asteğmenim geldi,gazinoda bekliyor,” Efe;
“ Saat kaç oldu?” Şahin çavuş;
“ Gece yarısını geçti komutanım.
” Efe;
“ Saat birde araç hazır olsun devriyeye çıkalım. Mobil telsizlerin şarzları tamam mı?
“ Hepsi faal, kontrol ettim komutanım.”
“ Sağol çavuşum.”
Gazino karargah binasının giriş katında, subay astsubayın beraberce çay kahve içtiği
Beş altı masa ve bir televizyon dan oluşan bir odaydı.
Kapıdan girince,
devamı var
n.n 4
Kaya;
“ Vayy devrem ne haber?”
Efe;
“Ne olsun be devre her günkü rutin işler. Uykusuzluktan sallanıyorum artık, birazdan devriyeye çıkacam, sen de gelsene”
Kaya;
“ Olur çıkarız beraber, gel bi tavla atalım vakit geçer”
Efe” Saat bire geliyor zaman yok.”
Kaya” Gel be oğlum bi üç atarız, he hee çok sürmez bi mars bi düz doğru kursa hehhee”
Efe” Hadi len… Gel bakalım.”
Sevil yatağın içinde huzursuz bir şekilde dönüp duruyordu, gürültüyle horlayan Soner’in yastığını hafifçe yukarı kaldırdı. Başı diğer tarafa düşen Soner’in horultusu kesildi.
Komodinin üzerinde duran abajurun ışığını yakan Sevil az önce bıraktığı kitabı yeniden eline aldı. Aynı sayfayı defalarca okuduğu halde hiçbir şey anlamadığını görünce ayracı yerleştirerek kitabı kapattı.Tekrar horlamaya başlayan Soner’i dürterek;
“ Soner…Soner…”
Soner; ”Hıı”
Sevil; “ Soner…”
Soner yarı uyuklar vaziyette Sevil’e dönerek;
“Sevil’cim ne olursun yat artık, akşamdan beri sağa sola dönmenden uyuyamadım, yatta biraz uyuyayım, sabah işe gidecem, hadi aşkım, hadi bir tanem…
Sevil; “ Ne kadar rahat adamsın yaa, tek düşündüğün şey uyku değil mi? Sevil’in sesindeki kızgınlık Soner’in uykusunu iyice dağıtmıştı. Kalkarak sırtını, dikleştirdiği yastığa yasladı.
Sol kolunu karısının omzuna atarak Sevil’in başını omzuna doğru çekti. Soner;
“Aşkım neyin var? Hasta mısın bir yerin mi ağrıyor, söyle bir tanem… O ana kadar gözyaşlarını tutan sevil çözülerek ağlamaya başladı. Sevil;
“ Hayır bir şeyim yok, sadece içimde bir sıkıntı var. Efe’mi oğlumu çok özledim…
Soner; “Karıcığım daha dün görüştük ya. Aslan oğlum benim taş gibi taş…Hadi sil gözyaşlarını şimdi, yarın sabah arar görüşürsün oğlunla.
Sevil; “ Şimdi arayalım”
Soner;” Karıcığım, bir tanem şimdi uyuyordur çocuk, arayıp korkutmayalım sabah ararız.”
Sevil;” Ararız değil mi?”
Soner;”Ararız aşkım, hadi biraz uyumaya çalış, hadi bi tanem…
Sevil başını kocasının göğsüne yaslayarak gözlerini kapadı. Soner Sevil’i kollarının arasına almış saçlarının mis kokusunu içine çekiyor, kulağına tatlı sözler fısıldayarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Az sonra ikisi de uykunun kollarına teslim oldular.
Devriyeyi bitirmiş dönüyorlardı. Aracı yol kenarına bırakmış nöbet bölgelerini yürüyerek dolaşmışlardı. Pusu atmış olan timlerle telsiz irtibatı kurmuş, nöbet bölgelerini tek tek dolaşmışlardı. Soğuk bıçak gibi kesiyordu. Kurada çektiği birlik Van’ın Başkale ilçesiydi.
Türkiye’nin en yüksek yerleşim bölgesi. Dört tarafı dağlarla çevrili bir ilçe. Dört tarafındaki dağlarda teröristlerin cirit attığı, İran ve Irak sınırlarına komşu bir ilçe.
Kaya fısıltıyla; “ Devrem az sonra araçtayız, dondum be. Bu tüfekte on kilo oldu sanki”
Efe “Ee devrem az yol yapmadık, yedi kilometredir yürüyoruz. Bunun yarısı tırmanış.”
Kaya; “Baksana hava ağarmaya başladı “
Efe ; “ Birader bir türlü alışamadım, gecenin üçünde hava ağarır mı yaa, doğu ama bu kadar mı doğu.”
En önde yürüyen çavuş aniden durdu, sağ elini yumruk yapıp yere çökmüştü ki,
Tepeden üstlerine kurşun yağmaya başladı. Hemen yere yatarak savunma pozisyonu aldılar,
Üstlerine ateş edilen tepeye doğru ateş ediyor, bir yandan telsizle yardım istiyorlardı…
Efe sol gözünü açamıyordu başında bir sıcaklık hissediyor,Kayanın sesini duyuyor, ne dediğini bir türlü anlayamıyordu. Babası ne zaman gelmişti, gülümseyerek kalkmak istedi…
devamı olabilir mi?
günaydın bbo.
merhaba arkadaşlar...
bbo
bbo
bbo
Eylemce 1
Soner işten gelmiş Sevil’e bir öpücük kondurmuş daha sonra sofraya oturmuşlardır
Sevil:Soner hayatım bizim psikoloji bölümü son sınıf öğrencilerinin haftaya mezuniyet partileri varmış benide davet ettiler
Hocam siz gelmezseniz olmaz diye ısrar ettiler bende kıramadım tamam dedim
Soner: tamam o zaman git
Sevil:ama çocuklar var sana danışmadan tamam dedim
Soner:olsun hayatım git eğlen
Sevil: tamam ama bir sorun daha var
Soner:neymiş
Sevil:o gün giyeceğim kıyafetim yok
Soner:bu muydu sorun sevil
Yarın alışverişe çıkar alırsın bir şeyler
Şimdi yemek yemek istiyorum
Sevil:tamam anlaştık o zaman
ama sende gel,
alacağım elbiseyi senin beğenmeni istiyorum
Soner:peki tamam anlaştık yemeğimi yiyebilir miyim artık
Sevil: (gülümseyerek) yiyebilirsin hayatım
yarın olur)
Sevil ve Soner alışverişe çıkmak için hazırlanıyordur
Efe o gün her zamankinden daha efedir bende geleceğim diye tutturmuştur ve vazgeçmiyordur
Sevil:Efecim oğlum biz babanla gidip gelecektik
Efe:ya banane banane bende gelcem
Sevil:off Efe off tamam gel
Ama bizden ayrılmak yok, yaramazlık yok çünkü bu gün o kadar hareketli ve dediğim dediksin ki seni anlayamıyorum
Soner:tamam Sevilcim gelsin bizimle gezer
Sevil:iyi hadi çıkalım
Annecim ikizler durmazsa ararsın biz çıkıyoruz
Anne:tamam kızım güle güle
alışveriş merkezine gelmişlerdir
sevil o kıyafet benim bu kıyafet senin hesabından mağazanın birine girip birinden çıkıyordur
soner artık dayanamıyordur
Soner:Sevil çekirge gibi bir o mağazadasın bir bu mağazada yeter artık hayatım girdiğimiz tüm mağazalar ağzına kadar elbise dolu sen alıp çıkamıyorsun
Sevil:ama hayatım beğenemiyorum ne yapıyım
Tamam şu mağazayada bakalım karar vereceğim
Soner ve Efe bu durumda sevinmiş mağazaya girmişlerdir soner ve Efe oturup Sevili bekliyorlardır
Efe:baba kadınlar böyle zor mu beğenir her şeyi
Soner: evet oğlum çoğu öyle
Benide zor beğenmişti zaten annen(gülümser)
Efe: ne zor bu kadınlar ya onları anlamak deveye hendek atlatmak gibi
Soner: oğlum sen nerden öğreniyorsun böyle şeyleri
Efe:dedem demişti geçen gün
Soner:ah baba ah neler öğretiyorsun şimdiden çocuğa
Efe:ben alışverişi çabuk yapan bir kızla evleneceğim baba
Soner:bulursan evlenirsin oğlum
Efe:nasıl yani
Soner:öyle yani umarım bulursun diyorum
Sevil:bu nasıl oldu beyler
Soner ve Efe:çokkkk güzelll
Sevil:yok yok sanki biraz bol geldi başka deneyim
Soner ve Efe:(elleri yanaklarında) offfff
Efe:anne biz çok sıkıldık ne olur babamla geziyim biraz
Soner:evet sevil bizi azad et artık
sen beğen al gel
biz aşağı katta oyuncakların yanına iniyoruz Efeyle
Sevil:tamam peki ben beğendiğimde ararım sizi
Soner : çak evlat özgürüz
devam edecek...
HEDEF KITLE : AB
15 MAYIS 2008 PERŞEMBE
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 KURTLAR VADISI PUSU [NET] SHOW 16,90 40,70
2 ANNEM [NET] KAND 9,00 23,50
3 KAVAK YELLERI [NET] KAND 7,50 19,90
4 PARMAKLIKLAR ARDINDA [NET] ATV 5,00 13,00
5 SINAN CETIN''LE FENOMEN [NET] STAR 4,90 12,10
6 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 4,80 18,50
7 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 4,80 18,40
8 KURTLAR VADISI PUSU (OZET) [NET] SHOW 4,30 15,70
9 ESREF SAATI. [NET] SHOW 4,20 11,50
10 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,90 15,30
11 TEK TURKIYE [NET] STV 3,90 11,10
12 BEZ BEBEK [NET] FOX 3,60 9,10
13 BEZ BEBEK (OZET) [NET] FOX 3,40 11,60
14 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 3,10 16,80
15 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 3,00 16,10
16 AVRUPA YAKASI (TKR)-OPT [NET] ATV 2,90 17,60
17 ANNEM (OZEL) [NET] KAND 2,80 18,70
18 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,80 14,80
19 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,70 19,50
20 STAR SPOR STAR 2,60 8,40
21 UYUMSUZ ASIKLAR (Y.S) [NET] ATV 2,50 6,80
22 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 2,30 9,00
23 SINAN CETIN''LE FENOMEN (FINAL) [NET] STAR 2,30 6,00
24 DOBRA DOBRA [NET] KAND 2,20 20,80
25 DERYALI GUNLER [NET] SHOW 2,00 16,40
HEDEF KITLE : TOTAL
15 MAYIS 2008 PERŞEMBE
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 KURTLAR VADISI PUSU [NET] SHOW 14,90 39,20
2 TEK TURKIYE [NET] STV 8,30 22,80
3 ANNEM [NET] KAND 7,30 21,60
4 KAVAK YELLERI [NET] KAND 7,10 18,40
5 BEZ BEBEK [NET] FOX 4,90 12,10
6 PARMAKLIKLAR ARDINDA [NET] ATV 4,70 12,10
7 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 4,60 18,10
8 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 3,90 15,10
9 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 3,70 19,70
10 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,60 14,50
11 ESREF SAATI. [NET] SHOW 3,40 9,10
12 SINAN CETIN''LE FENOMEN [NET] STAR 3,40 8,40
13 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,80 14,60
14 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 2,70 14,20
15 KURTLAR VADISI PUSU (OZET) [NET] SHOW 2,70 12,10
16 BEZ BEBEK (OZET) [NET] FOX 2,70 9,00
17 ANNEM (OZEL) [NET] KAND 2,60 20,10
18 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,60 17,80
19 KANAL 7 HABER SAATI KAN7 2,40 11,20
20 FOX ANA HABER BULTENI [NET] FOX 2,40 10,00
21 SELENA (TKR) [NET] ATV 2,20 16,50
22 SINAN CETIN''LE FENOMEN (FINAL) [NET] STAR 2,10 6,10
23 SORAY UZUN YOLDA [NET] KAN7 2,00 5,30
24 CARKIFELEK [NET] K1 2,00 5,20
25 SU GIBI [NET] FOX 1,90 14,30
Eylemce 2
Soner ve efe oyun salonuna inip özgürlüğün tadını çıkarmaya başlarlar
Sevil mağazada hoş bir kıyafet giymiş kabinden çıkıp aynada bakınırken aynadan arkada bir beyfendinin ona baktığını görür
Beyefendi sonunda bu güzelliğe dayanamayıp sevilin yanına yaklaşarak
-bu güzellik karşısında kendi mi daha fazla tutamadım bu elbise size çok yakışmış
Sevil:teşekkürler
-bu güzelliği görmemek için odun olmak gerekir
Sevil biraz tedirgin sağolun der
Adam sevile takılmıştır
-sizin gibi güzel bir bayan neden tek başına alışveriş yapıyor size eşlik edebilirmiyim
Sevil:yok yalnız değilim
Adam ışığın yansımasıyla yere gölgesi düşen Sevil’e bakarak
-hehe evet birde gölgeniz var yanınızda
yalnız değilim derken onu kastediyorsanız he he
Sevil : beyefendi espiri anlayışınız süper yani ama birazdan eşim gelecek
Sevil kabinden çıkmadan soneri aramış elbiseyi beğendim sizde bakın alalım gidelim demişti
Soner:Efe hadi oğlum annen bekliyor gidip bakalım artık sonra eve gidelim
Efe:banane baba banane sen git ben oynayacağım
Soner:oğlum gel şimdi annen seni sorar
Efe:ben burada oynayayım sende annemi al gel
Soner:tamam biz hemen üst kattaki mağazadayız ,
Buradan bir yere ayrılma, başkalarıyla bir yere gitme diye tembihler ve yukarıya doğru çıkar
Bu arada mağazada
Adam:saçlarınızda ipek gibi görünüyor elbise ile beraber güzelliğinize güzellik katıyor
Diyerek sevilin saçlarına dokunmaya kalkar
Sevil rezalet çıkmaması için sabırlı davranmaya çalışıyordur
Adamın eli saçlarına dokunmadan engellemiştir
Adamın ise kendine karşı koyan bu hırçın kız hali daha çok hoşuna gitmeye başlamıştır
Sevil’e beraber çıkmayı teklif eder
Soner kapıya gelmiştir Sevili görmüş sevilin adama sinirli sinirli bir şeyler anlattığını görünce hemen yanlarına gitmiştir
Soner:bir şey mi var Sevilcim
Adam:demek adınız sevil zaten sevmemek mümkün mü?
Soner:ne diyorsun sen kardeşim
Sevil:sakin ol hayatım
Soner: (adama ters ters bakarak Sevil’e) tamam tamam hadi elbiseyi beğendiysen gidelim
Adam:demek eşin bu
bende esaslı bir şey sanmıştım
Böyle bir bayan yalnız bırakılır mı hiç
Harbi odunmuşsunuz
Soner sevilin tüm durdurma çabalarına rağmen
adamın yakasından tutup demek odun,demek esaslı bir şey öylemi deyip kafayı atacakken…
Reklamlar:)
Devam edecek…
Eylemce 3
…………kafayı atacakken
Dışarıdan Efenin babaaaaaa diyerek bağırdığını duyar
Adamı anında bırakıp mağazadan dışarı çıkar
Sevilde panikle üzerindeki elbiseyle çıkmıştır mağaza sahibi de peşinden
Hanımefendi elbise, elbise üzerinizde nereye gidiyorsunuz
Güvenlik kırmızı elbisli bayanı yakalayın
Soner ve Sevil gördükleri karşısında bakakalırlar
Efe annesinin yanına gitmek için yukarıya çıkan merdivene binmiş sonra
yürüyen merdivenin kenarına çıkıp kayarak oyun oynamak istemiş
O ara dengesini kaybedip aşağı düşme pozisyonuna gelmiştir yinede kenardan tutunmuştur ama giderek yükseliyordur merdiven
sona geldiği zaman elleri sıkışıp düşecektir ne yapacağını ne Efe ne de oğullarını o halde gören Sevil ile Soner bilmemektedir
merdivenin alt kısmında bulunan güvenlik görevlisi Efeye daha fazla zarar gelmeden efenin düşmemesi için kucağını açıp aşağıdan efeye
atla diye seslenmiştir
efe tedirgindir anneee diye bağırıyordur
Güvenlikçi hadi atla tutacağım diye bağırmaya deva ediyordur
Birkaç kişi daha gelmiştir
Soner ve sevil olanları şok halinde seyretmektedirler
Efe karar verip aşağıda kendine kucak açan adama güvenerek ellerini bırakır
Sevil o anda efeeeee diye bağırıp yüzünü kapatır
Soner koşarak aşağı iner
Efe adamın üzerine düşmüştür korkunun dışında gayet iyidir ama efeyi kurtaran adamın durumu pek iyi değildir
Soner efenin yanına varmış sımsıkı sarılmıştır
Sevilde gelmiş tabi yanında birde güvenlik görevlisi halen hanımefendi mağaza sahibi elbiseyi istiyor diye beklemektedir
Kurtarıcı kahramanın arkadaşları gelmiş Ali iyimisin diye ona yardımcı olmaya çalışıp hastaneye kaldırmışlardır
Sevil elbiseyi çıkarıp bırakmış
Soner sevil ve efeyi eve bırakıp oradan hastaneye gitmiştir
Alinin birkaç kırıktan başka bir şeyi yoktur Soner Alinin durumunu öğrendikten sonra eve gider…
(Not:yürüyen merdiven olayı basından takip eden arkadaşlar olduysa gerçekte olan bir olaydır bir kız çocuğu aynı duruma gelip kurtarılmıştır
Kısacası Alıntıdır kendi düşüncem değil…)
Eylemce 4
Sabah sevil,Efe ve Soner Ali’yi ziyarete gider
İyi olduğunu gördükten sonra teşekkür edip ayrılırlar
Sevil okula gider,soner de Efeyi dedesine bırakıp restoranta gider
Biraz işlerle uğraştıktan sonra mezuniyet töreni aklına gelir
Kalkıp hemen mağazaya gider
Elbiseyi bulup paket yaptırır mağazandan çıkarken önüne bakmayan bir adamla çarpışır bir bakar dünkü elinde yarım kalan odun parçası
Paketi yere bırakır adam şey özürdilerim demeye kalmadan yakasından tutup dün işim yarım kalmıştı kimmiş odun diye kafayı adama geçirir
Sonra paketi alıp hadi iyi günler canım deyip Efeyi de alıp eve gelmiştir
Kafayı atınca biraz kaşı kanamıştır küçük bir bantla halletmiştir olayı
Efeyle beraber oyun oynamaktadırlar
Sevil gelir
Sevil: ben geldim
Soner:hoş geldin
Sevil:sen evdemisin
Soner :evet bu gün erken geldim oğlumla oyun oynuyoruz
Sevil:tamam bende yukarı çıkayım üzerimi değiştirip ineyim
Sevil odaya varır yatağın üzerinde bir paket ,paketin üzerinde bir gül ve bir kart vardır
Sevil gülü koklar karta bakar üzerinde mezuniyete benide götürürmüsün yazıyordur gülümser
Paketi açar dün beğendiği kırmızı elbise vardır içinde
Soner yukarı çıkıp kapının kenarından onu seyrediyordur
Sevil elbiseyi alıp üzerine tutar aynada bakınırken Soneri fark eder gülümser dönüp Sonere seni çok seviyorum der
Sonere sarılır kaşını fark eder ne oldu diye sorar
Soner: yok bişey canım bugün bir kütüğe çarptım da
Sevil anlar ve gülümser
Sevil: iyimi bari
Soner kim
Sevil:kütük
Soner:iyiydi canım odun olmak için törpülenmeye gidiyordu
Sevil: (gülümser) canım benim diyerek sevgili kocasını öper
Böyle bir kocası olduğu için çok mutludur ona sımsıkı sarılır
vee
Böyle bir senaryoda burada biter…
senaryola süperb
elinize sağlık arkadaşlar.
eda@atılga dedi ki.....-1
eda@atılgan dedi ki......-1
OPERA
soner eve efe evde oyun oynarken kapı çalar
soner: hoşgeldin hayatım
sevil: hoşbuldum canım
efe:anneeee
sevil:oğluumm benim..nasılsın bakalım
efe:iyiyim:)
sevil:sonercim sana bir süprizim var
soner:sen süpriz yaparmıydın
sevil:soneeerr
soner:tamam hayatım ya şaka yaptım söyle hadi merak ettim
sevil:4 kişilik opera bileti aldım akşam 9 da başlıyor..sen ben aylin ve doğanla gidicez:)
soner:he öyle mi iyi
biraz düşündükten sonra..
soner:nee opera mı bugün mü
sevil:evet ne var bunda
soner:sevil bugün hayatta olmaz bugün maç var hem de milli takımın maçı ayrıca ben opera sevmem ne o öyle saatlerce bağırıyo insanlar..sen ne anlıyosun bu operadan yaa..oturalım evimizde maçımızı izleyelim aylinlerde gelsin işte..hem doğan da sevmez opera
sevil:yani soner bu kadar cümleyi aynı anda nasıl kuruyosun hayret ediyorum
soner:ee benim işim bu
sevil:öyle mii..görürsün o zaman sen akşam koltukta yatta gör bakalım
soner:yok hayatım şaka yapmıştım
sevil:laf ağızdan bir kere çıkar sonercim
soner:ya valla şaka yaptım..ayrıca koltukta belim tutuluyor
sevil:bilmem artık düşünmem lazım..
sevil:tamam seni affediyorum
soner:yaşasınn canım karım benim..der ve yanağından öper
sevil:ama bir şartım var
soner:hıı..şart mı ne şartı şimdi sevilcim yaa
sevil:akşam maç izlemek yerine operaya gidicez
soner:ama...
sevil:peki sen bilirsin
soner:tamam sevil tamam senin dediğin gibi olsun.
soner içinden..
oğlum soner ne yapıp edip evde bu maçı izlemen lazım maç günü operaya mı gidilirmiş ya gerçi maç olmasa da gidilmez ya neyse..oooff doğan ı kandırmam lazım..
sevil:noldu hayatım ne düşünüyosun
soner:yok bişey sevilcim ikizlerin bezi bitmişte markete gidip onu alayım diyodum içimden
sevil:soner daha dün aldım bitmiş olmaz
soner:olsun hayatım yedekte bulunsun nolur nolmaz
soner:hadi ben gidiyorum..
sevil:sone...aa gitti..kesin yine bi işler çeviriyo ahh soner ahh
sevil:efecim yukarı çıkıp kardeşlerine bakar mısın uyanmışlar mı diye
efe:tamam anne
efe yukarı çıkar sevil de sofrayı hazırlar
o sırada dışarda..soner doğan'ı arar..
DEVAM EDECEK..
eda@atılgan dedi ki........-2
soner:aloo doğan
doğan:noldu soner
soner:oğlum bittik biz mahvolduk yandık..ahh ahhh
doğan:noldu abicim yaa ne bu telaş sakin ol
soner:akşam maç var
doğan:ee nolmuş
soner:sevil 4 kişilik opera bileti almış
doğan:aa evet aylin söyledi çok sevindim ne iyi etmiş
soner:oğlum ne diyosun sen ya maç günü operaya mı gidilir
doğan:ne var abicim gidilir..maç izleyip napıcaz
soner:doğan aylin senin kafana bişeyle mi vurdu..oğlum hani sen sevmezdin opera
doğan:aa öyle deme abicim ben çok severim opera sen yanlış hatırlıyosun
soner:ne demek yanlış hatırlıyosun yaa..neyse bak şimdi beni iyi dinle
doğan:heh söyle
soner:ne yapıp edip bugün o maçı izlemeliyiz çok önemli yaa
doğan:hiiçç kusura bakma abicim ben operaya gitmek istiyorum..hem birçok kez veriyolar özetini ordan izlersin
soner:uyuz doğann nolcak..kadir amcayla görüşeyim de gör sen
doğan:ne nee ka-kaaa-dii-diirr amcaa mı
soner:evet kadir amca
doğan:sakın abicim yaa zaten güvenini kazanmaya çalışıyorum
soner:bana yardım edicek misin
doğan:off tamam edicem..tehditçi nolcak
soner:aslan kardeşim benim bee helal olsun..neyse markete diye çıktım sevil anlamasın bişeyler bul sen tamam mı..hadi by
doğan:sonerr ya ne bulcam ben aloo aloo..
soner eve gelir..elinde poşet yoktur
sevil:soner nerdesin sen..aa hani nerde bez
soner:aa bez mi şeyy ya boşver bezi be sevil napıcaklar hem dün almışsın gerek yok ki
sevil:iyi ama..
soner:boşver boşver..hadi yemeğe oturalım çok acıktım..
sevil:iyi peki..efeee hadi oğlum yemeğe
efe:geliyorum annee
sevil:noldu uyanmış mı eda ile ege
efe:hayır hâlâ uyuyolar..
efe:anne neden bu saatte yatıyolar erken değil mi
sevil:efecim onlar daha çok küçük sen de onların yaşındayken erkenden yatardın ama artık abi oldun yatma saatin uzadı..
efe:hehee:))
soner içinden söylenir
off doğan ne yaptı acaba bugün maçı izlemem lazım yaa
sevil:hayrola sonercim daldın yine
soner:yok bişey hayatım..efe yi düşünüyodum
sevil:efe yi mi??
efe: beni mi?
soner: evet efe için yeni bir okul çantası alsak mı diyorum
sevil:soner sen iyi misin
efe:heheee:)))
soner:iyiyim hayatım noldu ki
sevil:sürekli dalıp gidiyosun sorunca da acayip şeyler söylüyosun
soner:bunun neresi acayip yaa..efe ye yeni çanta alma düşüncesin de ne gibi saçmalık var
sevil:çanta 1 ay önce alındıysa sence de saçmalık yok mu
soner:var dimi doğru:)
sevil:oof soner büyü artık yaa
efe:hehee:))çok komiksin baba
soner:şiiitt..babayla dalga geçme bakiyim..
hep beraber gülüşürler...
DEVAM EDECEK...
eda@atılgan dedi ki........-3
Doğan ve aylin yoldadırlar
aylin:ayy sevil ne kadar iyi düşünmüş değil mi hayatım
doğan:evet canım
aylin:doğaann
doğan:efendim aylincim
aylin:ya bu elbise yakıştı dimi güzel oldu mu sanki beni biraz kapadı gibi geldi
doğan:aylincim 3,5 sat boyunca hazırlanmanı bekledim..elbise buldun saç modelinde karar veremedin,saçını yaptın makyajında kararsız kaldın,makyaj bitti çanta,çanta bitti ayakkabı..3,5 saatin sonunda da harika oldun merak etme
aylin:aşk olsun doğan demek benden bu kadar çabuk bıktın
doğan:ne bıkması aylincim yaa..sen ne giysen yakışır onu demek istiyorum
aylin:saol canım:)
doğan ağız ucuyla ooff off soner beni öldürcek bir an önce bişey bulmam lazım..ne engeller ki bizim operaya gitmemizi..ne engellerrr
aylin:ne dedin hayatım anlayamadım
doğan:aa yok bişey canım sadece bir an önce gitsek diyodum
aylin:bencede:)
o sırada sevillerde..
sevil:sonercim bak bu nasıl
soner:güzel
sevil:yok yok değil..bu nasıl
soner:güzel
sevil:yok ya bu da olmaz..hımm peki bu nasıl
soner:güzeeell
sevil:bu da çok açık değil mi ya...bu nasıl peki
soner:sevil yeter artık karar ver..ya alt tarafı opera ya gidiyoruz..hem o kadar parar veriyoruz hem de eziyet çekiyoruz hak mı bu yarabbiiiimmm
sevil:öyle deme hayatım şık olmak lazım operaya gidiyoruz sonuçta
soner:ayy duyanda kraliçeye gidiyoruz sanacak
sevil:off soner bişey de de söylenmesen olmaz dimi
soner:sen de bir gün benim sevdiğim bişeyi yapsan olmaz dimi
sevil:ya bu ayakkabılar uyar mı buna
soner:Allah ım sana geliyoruuumm
sevil:tamam tamam şaka yaptım:))
soner:ben aşağıya iniyorum
sevil:tamam
soner merdivenden inerken
off doğan kesin bişey bulamadı maç günü bi yere mi gidilir yaa..bişey bul soner bişey bull..
bulduuuumm diyerek havaya zıplar..
DEVAM EDECEK...
eda@atılgan dedi ki..........-4
sevil aşağı iner..
sevil:ben hazırııımm
soner:sonunda
sevil:birşey mi dedin hayatım
soner:çok güzel olmuşsun dedim
sevil:teşekkürler
soner:doğanlar nerde kaldı
sevil:gelirler birazdan..sonercim ben yukardayken noldu sana
soner:ne demek bu şimdi
sevil:yani diyorum niye birden doğanlar nerde kaldı diye sordun çok gitmek istiyosun galiba:)
soner:yaa ne demezsin
sevil:hehee:))
kapı çalar
sevil:heh geldiler..
soner:geldiler demeden önce kapıyı açsan diyorum
sevil:bana laf yetiştirmek yerine baksaydın şimdi yolda olurduk
soner:hep ben mi laf söylüyorum
sevil:tabi ki sen
soner:hiçte bile
kapı hâlâçalmaktadır.
soner:seviiill
sevil:efendim sonercim
soner:kapı
sevil:ayy kapıyı unuttuk..gidip kapıyı açar
aylin:nerde kaldınız ya ağaç olduk burda
sevil:kusura bakmayın aylincim soner bey sağolsun onun sayesinde bu evde bişey yapmak mümkün mü:))
doğan:soneerr
soner:noldu doğan
doğan:ben hiçbişey bulamadım
soner:hiç belli olmuyo yaa
doğan:dalga geçme be abicim
soner:tamam tamam ben buldum zaten
doğan:ne buldun
soner:şimdi sen bende vişne suyu iste
doğan:vişne suyumu ne alaka abicim ya
soner:ya bi kere de soru sormadan yap şu dediğimi
doğan:iyi tamam yaa
aylin:hadi çıkalım 20 dk. sonra başlayacak
soner:merak etmeyin yetişiriz taksiyle 5 dk. zaten
sevil:olsun erken gidelim biz
doğan:ya benim içim çok yandı birer bardak meyve suyu mu içsek ne
aylin:nerden çıktı şimdi bu doğan
doğan:içim yandı aylin ne yapayım
soner:doğan haklı ya benimde içim yandı hemen koyup geliyoruz siz oturun
aradan 5 dk. geçer
sevil:sonercim hadi geç kalıcaaz napıyosun orda sen
soner:geliyorum canım
soner:buyrun
doğan:oohh buz gibi
aylin:sevilcim çocuklar nerde
sevil:annemdeler akşam üzeri gelip aldı
aylin:hımm..iyi bari
saat:21:15 tir..
DEVAM EDECEK...
AHMET ARİF ŞİİRLERİ
ADİLOŞ BEBENİN NİNNİSİ
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü
AKŞAM ERKEN İNER
Akşam erken iner mahpusaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.
Akşam erken iner mahpusaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...
Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...
Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne Iskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?
Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?
AY KARANLIK
Maviye/Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine/Rüzgarda asi,
Körsem/Senden gayrısına yoksam
Bozuksam/Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...
Itten aç/Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille/Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş
Etme gel,
Ay karanlık...
BİR AKŞAMÜSTÜDÜR
Bir akşamüstüdür şarabî
Bahçeler ve dağlar üzre hükümran;
Tam dünyayı dolaşmak saatindesin.
Ay ışığı su içer birazdan.
Kızarmış kalçalarını çanlar
Alabildiğine vurur.
Sen çocuk tulumunda
Matbaa mürekkebi
Rüsva olmuş ellerinin emeği,
Manşetlerde kilometre kilometre yalan
Sallanır durur.
Bir akşamüstüdür katil, muhteşem
Alıp götürmüşler dost dediğini
Almış rüzgârlar içini,
Ümide benzer, sevdaya benzer...
Soğuk bir namludur kör ve pusuda
Ense kökünde zulüm,
Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur
Burnun dibine hürriyet.
Seviyorum mümkün değil;
Aranızda kurşun, yasak bölge var
Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel
Kanunu yapanlar ihtiyar.
BU ZİNDAN, BU KIRGIN, BU CAN PAZARI
Gördüler
Yedi cihan,
İn, cin Kaf dağının ardındakiler,
Kıtlık da kıran da olsa
Gördüler analar neler doğurur
Aman aman hey...
Dünyalar vardır elvan,
Bir su damlasında, bir kıl ucunda,
Meyvalar vardır, meyvalar,
Ağacı, omcası yok,
Sana vurgun, sana dost.
Beride Kabil'in murdar baltası
Ve kan değirmenleri,
Kader kahpesi.
Beride borazancıları o puşt ölümün,
Hazır ırzını vermeğe
Yiğitler vuruldukça.
Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer
Akarsu duruldukça.
Cadı, yalan hamurunu dağ - dağ yoğurur
Aman aman hey
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
Macera değil.
Yaşamak, sade "yaşamak"
Yosun, solucan harcıdır.
Öyle açar ki murat.
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
Daha bir burcu - burcudur.
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Macera değil
Sardığım toprağımın altın sabrıdır.
O sert, erkek hüznüdür lahza başında
Cıgara değil.
Ve sevgilim uykusunda bağrır
Aman aman hey...
Meltemin bir tadı, ustura ağzı
Biri, kız memesi, tılsım,
Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür,
Bir damlası, aşk.
Senin uykuların hayın,
Düşlerin kardeş.
Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?
Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncaya dek,
Mısralarım kardeş - kardeş çağırır
Aman Aman hey...
Serabın bir sonu vardır,
Ufkun, sıradağın sonu.
Uçarın, kaçarın bir sonu vardır
Senin sonun yok.
Mandaların, kavakların pazarı olur,
Senin pazarın olamaz.
Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.
Beni böyle şair, divane etmez,
Kızımın çatal göğsü.
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdalara, cevizlere yürüyen
Kara toprağın ak südü...
Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,
Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?
Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar
Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
Akşam - akşam, kara sevdam ağarır
Aman, aman hey...
DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR VE ADILOŞ BEBE
1.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...
2.
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...
3.
Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmet Arif'in yeğeni...
4.
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü
HABERİN VAR MI TAŞ DUVAR?
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
HANİ KURŞUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN
Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hayınlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş,
Hesap görülmüş.
Demdir bu...
Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan'ların.
Ölünmüş, canım,ölünmüş
Murad alınmış...
Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
İÇERDE
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...
KALBİM DİNAMİT KUYUSU
Beni, gözlerin götürür
Gözlerin
Aşkla, acıyla...
Kuşatmışlar
Sesimi, soluğumu
Kesilmiş
Tuz-ekmek payım
Vurgunum
Ve darda,
Gözaltındayım.
Dal, kor keser
Penceremde açarsa
Kuş, vurulur
Üzerimden uçarsa.
Ve hal böyle böyle,
Yol bu yöndeyken
Gelir,
Ki her gelişinde
Daha da içten
Gelir,
Soluk soluğa
Benim olursun.
Amansız sarmasında
Kollarımın
Esrik,
Çığlık çığlığa
Erir, kar gibi vücudun...
Nicedir,
Kahpe ağzında
Bir salgın,
Bir deprem gibi künyemiz.
Nicedir,
Başımıza zindan dünyamız.
Biz ki
Yarınıyız halkın,
Umudu, yüzakıyız,
Hıncı, namusu...
Şafakları,
Taa şafakları
Hey canım,
Kalbim
Dinamit kuyusu...
KARA
Çarpmış,
Paramparça etmiş,
Kara sütü, kara sevdayla seni...
Ve kara memelerinde dişlerin asi,
Karadır, upuzun yattığın gece,
Felek, ah ettirir, boynun kıl-ince...
Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde
Sızlar bir yerlerin
Adsız ve kayıp
Sızlar, usul-usul, dargın
Ve kan tadında bir konca,
Damıtır kendini mısralarınca...
De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi kalemin yazısı,
Zorlu yazısı,
Belanda?
Anadan doğma nişan mı,
Sütlü barut damgası mı,
Bir gece parçası mı kaburgandaki?
Kız kakülü, ne hal eylermiş teni,
Ellerin, deli hoyrat,
Ellerin, susuz, yangın.
Ellerin ooooy alarga...
De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi güzelin diş yeri,
Mavi diş yeri,
Sevdanda?
Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnın galip ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti,
Gelmemiş, kimselerin...
De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi,
Hülyanda?
Hakikatlı dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı,
"Ooooof" de bunlar olsun muydu?
De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Yaranda?
KARANFİL SOKAĞI
Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.
Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve asi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.
Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır.
Şarkılar bilirim çiğ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yarı çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca'nın mezarı,
Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin
Kar altındadır.
Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralık,
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altındadır.
Gecekondularda hava bulanık puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
-İlkokul çağında hepsi-
Kenar çocukları
Kar altındadır.
Hatip Çay'ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir'de
Karanfil Sokağında gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
"mucip sebebin" bilirim
Ve "kafi delil" ortada...
Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al - al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır.
LEYLİM LEYLİM
Leylim - leylim dünyamızın yarısı
Al - yeşil bahar,
Yarısı kar olanda
Gene kavim - kardaş, can - cana düşman,
Gene yediboğum akrep,
Sarı engerek,
Alnımızın aklığında puşt işi zulüm
Ve canım yarı geceler
Çift kanat kapılarına karşı darağaçları,
Mahpusanede çeşme
Yandan akar olanda,
Gelmiş yoklamış ecel
Kaburgam arasından.
Yoklasın hele...
Çağıdır, can dayanmaz,
Çağıdır, en çatal, en ası,
Cehennem koncası memelerinin.
Çağıdır, kırk gün - kırk gece
Kolların boynuma kement,
Ha canım kötüye inat...
Vah ki ne desem,
Kurşunları namlulara sürülü,
İki elleri kan,
Baskıncılar uykumuzu yıkar olanda,
Alır yüreğim:
Yankın yasak, aynalara.
İnemem bahçende talan,
Tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
Tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
Aklıma düşüyorsun
Ellerim arık...
Bilmiş
Bütün zulalar
Eğri hançer, kara mavzer, kan pusu.
Ve insan düşüncesinin o en orospu,
O en ayıp, frengili yemişi,
Çıldırtılmış uranyum
Bilmiş,
Bilsinler!
Sana nasıl yandığımı
Uuuuy gelin...
İşte kan tutmuş korsanlar,
Haramla beslenmiş azgın,
Düzmece peygamberler
Ve cüceleri
Ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı,
İşte bir kez daha
Bu can bendeyken,
Delin, divanenim işte
Uuuuy gelin...
Bu yasaklar,
Firavun kalıntısı.
Yoksun,
Akdan - karadan.
Gizline, canevine kurulu faklar.
Gün ola, umut kesip korkunç yetinden,
Murdar tutkusuna dünyasızlığın,
Gün ola, düşesin bekler.
Düşme!
Ölürüm...
Gözlerinden, gözlerinden olurum.
Leylim - leylim
Ayvalar nar olanda
Sen bana yar olanda.
Belalı başımıza
Dünyalar dar olanda.
MERHABA
Gün açar,
Karın verir yağmurlu toprak.
İncesu Deresi, merhaba.
Saçakta serçeler daha çılgındır,
Bulutlarda kartal,
Daha çalımlı.
Koparır göğsünden bir düğme daha,
Tezkere bekliyen biri.
İncesu Deresi, merhaba.
Genç bayraklar vardır,
Barış düşünür,
Kuyularda işçi mavilikleri.
Ben hepsini düşünürüm,
Yirmidört saat
Ve seni düşünürüm,
Karanlık, hırslı...
Seni, cihanların aziz meyvası
İlan-ı aşk makamından bir mısra,
Yeşerip, kımıldar içimde,
Düşer aklıma gözlerin...
Oysa murad alamam.
Oysa akdan-karadan
Bilirim, payım bu kadar...
Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim.
Unutmuş dudaklarım öpmeyi.
İncesu Deresi, merhaba...
NUR DA AĞLAR
Gözlerinin pınarında
Bir bulut,
Boşandı boşanacak
Nerdeyse.
Aklımdan geçenleri
Okuyorsun su gibi.
Dünya gördü
Bizi boğazladılar...
Tutma gözyaşlarını
Onur da ağlar...
Bırak yıkansın gökyüzü,
Lacivert, yeşil, altın
Işıkları günbatımın.
İşte şafaktayız gene
Çırılçıplak
Ve mavi.
İşte sanki dağ yeli
Ve işte sanki meltem...
Kimse toz konduramaz
Kesip attığımız tırnağa bile.
Sen en güzel kızısın
Bütün galaksilerin
Bense tözüyüm artık
Akkor tözüyüm
Prometheus'u yakan
Kara sevdanın...
Ne alnımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı haçımız
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ülkeyi.
İşte bağışlanmaz
Korkunç suçumuz..
OTUZÜÇ KURŞUN
1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
Ilk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
ÖYLE YIKMA
öyle yıkma kendini
öyle mahsun, öyle garip...
nerede olursan ol
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni!
RUSTEMO
Modan yaylasına eşkin almadan
Maktela üzerinde sağımız
Karbeyaz Çermik Dağları
Solumuz kan kırmızısı Fırat'tır
Dört mevsim yeşildir orman
Ve toprak çetin
Baharları aşiretler iner Dersim üstünden
Sürü otlatır.
Odunda
Kömürde
Pamukta
Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren
Irzdan ve ekmekten yana
Bir kara sevdadır
Yeşil murattır
Ve bundan ötürü tutmuş dağları
Ve almış yürümüş sulardan öte
Kıl çadırlarda maceramız
Yasak bundan böyle zulüm;
Ve öşür
Ve haraç
Ve angarya
Ve katil
Ve şirkat
Ve talan
Ve küfür kıza kısrağa
Yasaktır, emreder Dağlar Paşası
Elinde, affetmez Fransız üçlüsü...
Gayrı malumunuz olsun halım
Hayrola encam
Malum ola
Ayan beyan
Dosta ve düşmana serencam
Önce şeyhülislam fetva buyurur
Katlim dört mezhepte vacip görülür
Sonra saray ferman eyler
Ve kaltak vurulur ordugahlarda
Dar vakit yetiştin tatar ağası
Bir elimde kana batmış hamaylim
Bir elim derman eyler
Dostooo
Buncasına kavga demezem
Kızanlar idman eyler
Hele sarılmasın dört bir yanımız
Tamam cümle dağlar mevzi almıştır
Ve yatmış pusuya patikalar
Salavat getirir dağ dağ taburlar
Narlı bahçe üzre kanlı bir akşam
Gelen elçi değil
Azrail olsun
Anam avradım olsun kaçarsam.
SEVDAN BENİ
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
SUSKUN
Rüya, bütün çektiğimiz
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram.
Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aymışım yarı gecede
Seni bulmuşam sonra
Yağar bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil yeşil.
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik birbirimizi,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Sus, kimseler duymasın
Duymasın ölürem ha
Aymışım yarı gecede
Seni bulmuşam sonra
Yağar bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil yeşil.
ŞİİR -1
Ve güneş yasak
Duvarlar vardır
Ve korkunçtur yalnızlığı ranzaların
Sen yatağında yanüstü düşmüşsün
Dudaklarında dost cıgaran
Kaysılar belki bu gece çiçek açacaktır
Çalmış kışlaların yat boruları
Kalmışsın en güzel kavgaların haricinde
Kalbin, Zonguldak'ta çökmüş bir kuyu
Kafan, sokak çarpışmasıdır Çin'de..
ŞİİR-2
Bir mavi gül bahçesi yorganım
Uyku saçlarımın meçhul şarkısı
Sonra yastığımda ilk gölgen kızlık
Ve ilk unutuluş hürriyet raksı
Yumuşaklığında köpükten öpüşlerin
Mukaddes günahlar cenneti oda
Dikişsiz beyazlığında tüllerin
Bir ay süzülecek buluta
Ve bir mavi şarap gözlerindeki
Musiki gölgelerinde yorgun
Sen hep öylesine güzel sevdalım
Ben sana Alahsızcasına vurgun
TOGLİATTİ
Palmiro, Palmiro şanlı işçi
Sıcak yaralarındaki barut kokusu
kesik, anaların sütü
Ve kaçmıştır bebelerin uykusu
Koku katedrallerinde yarımadanın
Gün görmüş meydanları Roma'nın
Bizimledir
Mavi mavi eser deniz meltemi
Sicilya'nın güneşli kalçaları
Bizimle kartpostal dalgınlığında Napoli bahçeleri
Bizden yanadır hava
Bizden yanadır su
Bizden yanadır Sinyor de Gasperi'nin
Ve bütün sinyorların korkusu
Ürkmüştür manastır fareleri.
TUTUKLU
Birden
Kurşun yemiş gibi susar
Gözbebeklerine karşı
Susar da
Açılıp yol verir şehir
Sade radyolarda bir gamlı hava
"Elaziz uzun çarşı"
Firarda gözüm yok
Namussuzum yok
Yok pişmanlık bir halim
Yaslanıp bir cigara yakmak isterim
Dumanı cevahir değer
Mağlup mu desem mahçup mu
Ama ikisi de değil
Ben garip sen güzel
Dünya umutlu
Öyle bir tuhafım bu akşam üstü
Sevgilim
Canavar götürür gibi
İki yanım
İki süngü.
UNUTAMADIĞIM
Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın,
Tavşan kanı, kınalı-berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...
Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?
"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?
Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil,sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...
Duymak,
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi...
Gözlerin hani?
UY HAVAR
Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim -leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişim ben seni...
Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...
Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.
Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamın
Yarının çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...
VAY KURBAN
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...
Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardır umutsuz,
Hayreti uykularda,
Hayreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.
Sepetçioğlu'm bir kömür işçişidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç-mezattır,
Can, pazar-pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdayları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İpin, kurşunun rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ.
bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl-pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böylece yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü..
YALNIZ DEĞİLİZ
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...
Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
Iki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...
Tütün işçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu..
YURDUM BENİM ŞAHDAMARIM
Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik...
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına...
Dağın pulat yüreğine işledim,
Şimşeğin masmavi usturasına
Sevdanı usul-usul
Sevdanı mısra-mısra
Lo ben seni hapislerde sevmişim,
Ben seni sürgünlerde.
Yurdum benim şahdamarım...
Yücende buzul
Ve kar,
Maviş dağ tavşanları
Gün vuranda alaran
Zemheri yılanları
Ve yahut bir hışımla
Öyle çakılan
Sonsuzluğun yakışığı kartallar.
...........
Başım gözüm üstünesin
Suskum, avazım üstüne...
Adından başka silah
Yazgından başka günah
Daha yazmamış
Hiçbir gizli dosyada
Hiçbir açık kitapta.
EDA@ATILGAN.........-5 DEDİ Kİ
soner:heheee:)) işte bu beee
doğan:abicim naptın sen yaa niye uyuyo bunlar..ayliinn ayliin uyaann
soner:korkma abicim ya sadece meyve sularına uyku ilacı koydum..hehe:))
doğan:nasıl yaa..nasıl yaparsın böyle bişey abicim
soner:ohh şimdi rahat rahat maçımızı izleyebiliriz..onlar yatıyo duymazlar bişey..çocuklar da yok..
doğan:senden korkulur valla abicim
soner:ne sandım oğlum..Türkiyeee Türkiyeee
doğan:ben de çerezleri koyayım bari
soner:helal be doğan:)
maç başlar..
soner:yürü be oğlum hadi yürü gooooooooooooollll
doğan:keşke kızlar da olsaydı
soner:oğlum kızlar zaten burda sadece uyuyolar:))
doğan:yani keşke beraber izleseydik demek istedim
soner:kadınlarla maç mı izlenir be oğlum yok faul ne yok ofsayt ne..ne anlar kadınlar futboldan..hem onlar uyanık olsalardı şu an maç izlemek yerine opera dinliyor olurduk ayy korku filmi gibi tüylerim ürperdi
doğan:abartıyosun soner
soner:ne abartması abicim yaa doğru söylüyorum..aha bir gol daha geliyo hadiii vur şu topa vurrr..Offf bee nasıl vuruyosun ahh ben olcaktım ki orda..
doğan:halil amca gibi konuştun
soner:nasıl yani
doğan:o da hep der ya bişey olduğunda ahh ben orda olsaydım...gittikçe yaşlanıyosun soner
soner:ne alaka abicim yaa..haksız mıyım ama bunların da oynadığı futbol mu ahh ben üniversitedeyken nasıl oynardım biliyosun
doğan:bilmez miyim..
maç biter..
soner:Türkiyeee,Türkiyeee
doğan:güzel maçtı
soner:saatlerdir oynanıyo bunu mu diyosun sadece güzel maçtı
doğan:evet abicim ne var iyi oynayan kazandı işte
soner:yuhh abicim yaa
doğan:uykum geldi yaa
soner:iyi hadi ben yatakları hazırlıyayım iş başa düştü
doğan:soneerr
soner:efendim
doğan:ya bu kızlar sabah uyanır dimi
soner:amma korkaksın be doğan uyanırlar tabi
doğan:emin misin
soner:eveeett
doğan:iyi tamam
soner:efenin yatağına götürdün mü aylin i
doğan:evet
soner:sen koltukta yatabilrsin dimi
doğan:yatarım yatarım merak etme
soner:iyi tamam hadi iyi geceler
doğan:sağol sanada
sabah olur
sevil:günaydın
soner:günaydın canım
sevil:noldu bana böyle..
soner:dün operaya giderken aylinle uyudunuz
sevil:uyuduk mu
soner:evet
sevil:biz..uyuduk..
soner:evet ne var bunda insanın doğasında var uyumak
sevil:bi dkka yaa hatırlar gibiyim..biz en son meyve suyu içtik..
biraz düşündükten sonra
sevil:soneeeerr
soner:noldu ya niye öyle soner dedin naptım sabah sabah
sevil:inanmıyorum sana soner yaa bravoo
sevil:aylinle doğan nerde
soner:aylin efe nin yatağında,doğan da koltukta yatıyor
sevil:alacağın olsun soner nasıl yaparsın böyle bişey
soner:ya ben naptım
sevil:bir de bilmemezlikten geliyosun büyük cesaret tebrikler
soner:hehee:)saol
sevil:nee!!
soner:şeyy yani hayatım ne bilmemezlikten gelmesi yaa ben bişey yapmadım
sevil:itiraf edersen cezan hafifler
soner:hadi ya iyi tamam ben yaptım..
sevil:öyle mi 2 hafta boyunca koltukta yatıyosun
soner:nee..ya sevil opera yüzünden yapılır mı bu yaa hem hani hafiflicekti cezam
sevil:hafifledi zaten hayatım
soner:bu hafiflemiş haliyse..iyi tamam yaa
içinden..
nasıl olsa 2 hafta dolmadan sevil beni affeder
soner:aa bu arada Türkiye kazandı maçı
sevil:soneeeeeerrr!!
soner:tamam sustum..
-SON-
çok iyi be,
helal.
Arkadaşlar iyi geceler sabaha görüşürüz kısmetse.
Günaydın bbo..
d 1
" sen kraldan izni al gerisini düşünürüz "
Cevabını alan Soner sadece gülümser ve ayrılır evden.
Yol boyunca eskiden yaptıklarına rağmen Sevil'in sözlerinin umudun başlangıcı olduğunu düşünür,şimdi tek çıkar yolu kralı ikna etmektir, kral anlayışlı biri olmasına rağmen zorludur da, onu ikna etmek hiç kolay olmayacaktır ama azimlidir Soner, bunu mutlaka başaracağım diye söylenerek yol alır..Bir yandan da nasıl yapacağı konusunda kafasında planlar yapar ama bir türlü sonuç getirecek düşünce gelmez aklına.
Sarayın önüne geldiğinde derin bir nefes alır önce, sanki gökyüzündeki tüm havayı çekmiştir ciğerlerine.Ağır ağır çıkar merdivenlerden, geniş koridordan yürür aynı adımlarla.Kralın olduğu salon kapısına geldiğinde ürperir içi,heyecanından kalbi yerinden çıkacakmışçasına atmaya başlamıştır, kendini zaptetmek için bir müddet düşüncelerinden sıyrılmaya çalışır ama nafile..
"Ne olacaksa şimdi olacak,düşünmeye gerek yok " diyerek girer içeriye.
Kralın yanına geldiğinde selamını verip izin ister konuşmak için.
Soner : izniniz olursa kralım bir maruzatım var
Kral : gitmek için mi izin istiyorsun,Sevil döndüğüne göre seninde ayrılma vaktinin geldiğinimi düşünüyorsun
Soner : hayır kralım, tam aksine, eğer izin verirseniz kalmak istiyorum
Kral : bunun mümkün olabileceğinimi düşünüyorsun, biliyorsun ki seni geçici olarak çağırdık buraya
Soner : biliyorum kralım ancak oğlumla geçirdiğim 1 aylık zamanda eskiden nekadar sorumsuz biri olduğumu ve hatalarımı anladım, izin verin kendimi onlara tekrar kabul ettireyim,izin verin onları nekadar çok sevdiğimi göstereyim,izin verin değiştiğimi onlara ispatlayayım...
Kral : can çıkar huy çıkmaz derler , nerden bileceğim tekrar eski sorumsuz Soner olmayacağını
Soner : Ailemden,sevdiklerimden ve ülkemden ayrı kaldığım yıllar boyunca hiç çıkmadılar aklımdan.Her günüm onları düşünmekle geçti,yaptığım hataların telafisi için düşündüm geceler boyu, geri gelipte aileme kavuşunca cesaret buldum kendimi affettirebilmek için..izin verin pişmanlığımı ve değiştiğimi göstereyim.
Kral :(bir müddet düşündükten sonra) peki istediğin gibi olsun,sana bir fırsat vereceğim,ama bunu başaramazsan bir daha dönmemek üzere uzaklaştırılırsın buradan..
Soner : teşekkürler kralım,güveninizi boşa çıkarmayacağım,hemen aileme haberi vermeye gideyim izniniz olursa.
Kral : dur bakalım, hemen gidemezsin, önce kendini bana kanıtlaman gerekiyor, bir şartım var
Soner : emredin kralım, ne isterseniz yaparım.
Kral : komşu krallıkta bir bilge var, ona gideceksin.Bilgede dünyanın en değerli mücevheri var onu alıp geleceksin, yalnız uyarayım, eğer bilgenin sorduğu sorulara cevap veremezsen ömür boyunca onun kölesi olarak kalacaksın.Bu şartlarda kabul ediyormusun
Soner : ediyorum kralım, aileme kavuşmak için canımı bile veririm hiç düşünmeden.
Kral : o zaman hemen yola çık, sana bir at ve yolluk versinler..
Soner : emredersiniz kralım
diyerek selamlar ve çıkar kralın yanından.Kendisine verilen at ve yollukla düşer yola.Yol boyunca neden böyle bişey istediğini ve mücevherin nasıl birşey olduğunu düşünür durur ama çıkamaz işin içinden.Bu mücevher baya gösterişli birşey herhalde yoksa neden istesin onu kral diye söylenir..
Yola çıkalı epey zaman olmuştur,neredeyse hava kararmak üzeredir, geceyi geçirmek için biryer bulmalıyım dediği sırada ilerideki küçük bir kulübeyi farkeder.
Kulübeye vardığında atı ağaca bağlar ve kapıyı çalar.
Elinde bastonuyla bir ihtiyar açar kapıyı.
Soner : iyi akşamlar amcacım, tanrı misafiri kabul edermisin
ihtiyar : tabi evlat,tanrı misafiri kabul edilmezmi, gel içeri
ihtiyarın buyur etmesiyle içeriye giren Soner gözucuyla kolaçan eder kulübenin içini, iyice yıpranmış bir masa,iki tahta iskemle ve bir köşede eski püskü bir yatak.
ihtiyar : buyur otur evlat, açmısın ?
Soner : şeyy, evet açım
ihtiyar : kuru ekmek ve sudan başka ikram edebileceğim bişeyim kalmadı ama evlat
Soner : olsun amcacım, ona da şükür
Soner yolluğu olmasına rağmen kendisine ikram edileni geri çevirmenin yanlış olacağını düşündüğü için sesini çıkarmaz, bu akşam ihtiyarın ikramıyla karnımızı doyururuz,yarın giderken yolluğun bir kısmını kendisine bırakırım diye düşünür.
ihtiyar ve Soner masaya oturup yemeğini bitirir.
ihtiyar : ben ocağa birkaç odun daha atayım , üşütmek olmaz tanrı misafirini, geceleri buralar pek serin olur.
Soner : dur amca sen zahmet etme, odunların yerini söyle ben getiririm
ihtiyar : olurmu ama evlat,sen misafirsin
Soner : ekmeğini paylaştın,yatacak yer verdin, bırak borcumu böyle ödeyeyim.
Soner dışarıya çıkıp birkaç odunla geri gelir ve ocağa atar, dışarısı gerçekten serindir, ikiside ateşin karşısına geçip epeyce sohbet eder.
ihtiyar : yolun nereye böyle evlat
(..Soner ihtiyarı hiç tanımıyor olmasına rağmen içi ısınmıştır ona, tüm mazisini ve kralın dediklerini anlatır..)
Soner : işte böyle amcacım
ihtiyar : hepimiz gençlikte hata yaptık evlat, önemli olan ders çıkarmak ve tekrarlamamak, görüyorum ki sen gerçekten pişmansın ve kendini affettirip ailene kavuşmak için azimlisin, sadece yüreğinin sesini dinle, o seni doğruya götürecektir..
Soner : inşallah amcacım inşallah...sen bu bilgeyi duydun mu hiç ?
ihtiyar : evet duydum evlat, çok acımasızmış öyle diyorlar, sorduğu soruya cevap verebilen olmamış bugüne kadar
Soner : (hadi ya der içinden) ne soruyormuşki bu kadar zor..
ihtiyar : bende bilmiyorum evlat,sadece anlatılanlar bunlar, sen kararlısın evlat, umudunu yitirme ve yüreğinin sesini dinle daima.Hadi yatalım artık,sabaha yola çıkacaksın , yolun uzun dinlenmen lazım..eski püskü ama benim yatağımda yatabilirsin.
Soner : olurmu öyle şey amcacım, ben ateşin yanında kıvrılır yatarım.
ihtiyar : peki evlat nasıl istersen..
....................................
sabah olunca ihtiyar erkenden kalkar ve ateşi canlandırıp Soner'i kaldırır..
ihtiyar : hadi evlat kalk bakalım, bir iki yudum birşey ye.
ihtiyarın ikram ettiği kuru ekmek olmasına rağmen aldığı lezzeti çoğu yemekte bulamamıştır Soner.
Yola çıkma vakti geldiğinde yolluğunu ikiye bölüp yarısını ihtiyara verir..
Soner : ikram edileni geri çevirmek olmaz diye düşündüğümden çıkarmadım bunları amcacım, al bunu borcumu böyle ödemeye çalışayım
ihtiyar : sağol evlat, Allah yolunu açık etsin,umarım isteğini gerçekleştirirsin.
Soner :(atına atlayıp) sağol,kal sağlıcakla..
ihtiyara el sallayıp düşer tekrar yola...
...............................
devam edebilir:))
bbo
bbobbo
bbo
merhaba arkadaşlar
d 2
Epeyce yol almıştır, karşısına çıkan nehri üzerine kurulmuş küçük tahta köprüden geçer.
Karşıya geçtiğinde hem kendisinin hemde atın dinlemesi gerektiğini düşünerek iner attan.
At önce suyunu içer ve otlamaya başlar,kırk yıllık dostuymuş gibi ayrılmaz Soner'in yanından.
Soner nehrin suyuyla elini yüzünü yıkayıp serinledikten sonra yakındaki bir ağacın altına oturur ve birkaç lokma birşey yer.Yolum uzun biraz kestireyim diye düşünür, tam uykuya dalacağı sırada ağlama sesiyle irkilir,sağına soluna bakınır ama kimseyi göremez fakat sesi hala duymaktadır.Ayağa kalkıp sesin geldiği tarafa yönelir, birkaç metre ilerde çalılığın diğer tarafında nehir kıyısına oturmuş ağlayan küçük bir kız çocuğunu görür ve yanına gider.Küçük kız onun geldiğini görmesine rağmen ona bakmaz ve ağlamaya devam eder.
Soner : neden ağlıyorsun küçük kız
Soner cevap alamayınca onun yanına oturur,küçük kızın dağılmış saçlarını elleriyle düzeltip yüzünü kendisne doğru çevirir.Küçük kızın ağlamaktan gözleri kızarmıştır,akan sümüklerini koluyla silmeye çalışmaktadır.
Soner dayanamayıp cebindeki mendili çıkarır ve siler küçük kızın yüzünü.
Soner : ağlama küçüğüm,anlat bana ne oldu, neden ağlıyorsun böyle
Soner'in ilgisiyle biraz rahaytlayan kızın ağlaması kesilmiştir ama hala konuşmamaktadır.
Soner : hadi anlat bana şimdi ne olduğunu, neden ağlıyordun, anlat ki yardım edebileyim küçük kız.
Kız : annem çok hasta,yataktan kalkamıyor,onun için ağlıyorum
Soner : baban doktor çağırmadımı peki
Kız : babam yok benim,ben doğmadan terketmiş bizi, hem bizim doktora verecek paramız yok
..."babam yok benim,ben doğmadan terketmiş bizi" sözüyle ürperir Soner,sanki kendi yaşantısını izlemektedir, tıpkı onun ailesini terkedişi gibi küçük kızında babası terketmişti onları.Yutkunur yutkunur, kelimeler boğazında düğümlenmiştir,uzunca bir süre konuşamaz.
Soner : eviniz nerde , hadi gel birlikte gidelim,sana yardım edeceğim.
Kız : evim yakın
Soner : hadi kalk bakalım eve gidiyoruz.
Küçük kızı ata bindirip kendisi yürür, kısa bir süre sonra küçük kızın evine varırlar.
Heryanı harap durumda olan bu evde nasıl yaşanır diye geçirir aklından.Küçük kızı attan indirip birlikte içeriye girerler.
Virane ağaç bir yatakta,heryeri yama olmuş bir yorganla örtünmüş kızın annesine yaklaşır.
Senmi geldin kızım diye yattığı yerden doğrulmaya çalışır anne,onlara doğru döndüğü vakit Soner iyice affalar.Karşısında gördüğü kişi Sevil'in ikiz kardeşidir sanki.
Küçük kız hemen annesine sarılır.
Kız : anne bak bu amca bize yardım edeceğini söyledi
- canım kızım, kim o peki
Kız : (Sonere dönerek) sahi amca senin adın neydi
Soner gördüğü manzaranın şaşkınlığını üzerinden daha atamamıştır,küçük kızın kendisini çekiştirmesiyle kendine gelir.
Kız : amca senin adın ne
Soner : (kekeleyerek) şeyy, benim adım Soner küçüğüm.
Küçük kız birden geriye çeker kendini,annesinin yanına sığınır telaşla,Soner'in ismini söylemesiyle anneninde yüzü bir acayip olur.
Soner anne ve kızın bu halinden ürker ve meraklanır
Soner : ne oldu,neden yüzünüz asıldı böyle,size yardım etmeye geldim,korkmayın.
Kız : benim babamın ismide Soner di amca,ben hiç görmedim onu ...anne o babammı ?
Anne : hayır kızım baban değil..kusura bakmayın yıllar önce babası bırakıp gitti bizi, isminizi duyunca o yüzden korktuk birden
Soner : anlıyorum,sizi üzdüysem özür dilerim
Anne : önemli değil, yıllar geçtikçe alışıyor insan ister istemez yokluğuna..
Soner : kızınız yataktan kalkamayacak kadar hasta olduğunuzu söyledi, sizi doktora götürmek gerek,böyle iyileşemezsiniz..
Anne : biliyorum ama biz çok fakiriz,doktor için paramız yok,hem doktor kasabada oturur ve buraya gelmez
Soner : (kısa bir süre düşünür) o gelmezse biz gideriz ona, bir atım var onunla gideriz.
Anne : ama ben beinemem ata,yataktan kalkamıyorum.
Soner : siz bekleyin hemen döneceğim (diyerek dışarıya çıkar)
dışarıda bulduğu uzun ağaç dallarından bir sedye yapar ve atına bağlar yaptığı sedyeyi, tekrar içeriye gelerek eskimiş bir örtüyü sedyeye serer.daha sonra annenin yanına gelerek
Soner : izin verirseniz sizi şimdi dışarıya çıkartacağım ve doktora gideceğiz
Anne : sizi yolunuzdan alıkoymayalım
Soner : öyle demeyin lütfen,bu küçük kızın ağlamasını istemiyorum,sizin iyileşmeniz için gerekeni yapmalıyım
Anne : peki,siz öyle diyorsanız,teşekkür ederim iyiliğiniz için.
Soner : teşekkür etmenize gerek yok,iyileşmeniz ve bu küçük kızın yüzünün gülmesi benim için yeterli.
Anneyi kucağına alıp sedyeye yatırır,küçük kızıda ata bindirip yola düşerler..
....................
devam edebilir:))
d 3
Küçük kız Soner'e iyice ısınmıştır,yol boyunca sorular sorar
Kız : senin çocuğun varmı amca
Soner : var küçüğüm,benimde bir oğlum var,o da senin yaşlarında.
Kız : onun adı ne peki
Soner : onun adı Efe
Kız : onu çok seviyormusun peki
Soner : tabiki çok seviyorum, her anne ve baba çocuklarını çok sever.
Kız : evet ama babam beni ve annemi çok sevmiyormuş,bizi bırakıp gitti.
Soner küçük kızın sözleriyle duygu sağanağı altında kalmıştı,ağlamamak için zor tutuyordu kendini.Ailesine yaşattıklarının intikamını alıyordu sanki ondan kader...Pişmandı yaptıklarından ama hiç düşünmemişti bunca yıl Sevil ve oğluna çektirdiklerini, şimdi anlıyordu ne kadar zor bir dönem geçirdiklerini.Evet sorumsuz bir hayat yaşamıştı, akıllanmış ve pişman olmuştu şimdi ama hep kendi açısından düşünmüştü herşeyi, yaptım hatalıydım diyordu bu zamana kadar..Küçücük bir çocuk hayatının dersini veriyordu şimdi ona..
Kız : annem iyi olacak dimi amca
Soner : tabiki iyi olacak,bak doktora gidiyoruz,doktor amcan hemen iyileştirecek anneni..
Kız : çok iyisin amca,çocuğun ne kadar şanslı böyle iyi kalpli bir babası olduğu için.
Büyüklerin bile böyle güzel laflar çıkarabilmesi zordur ama bu küçük kızın büyümüşte küçülmüş sözleriyle Soner'in yaşadığı duygusallık daha da artmıştı.Soner'in hem yaptıklarından duyduğu utanç hemde ailesine kavuşmak için duyduğu umut dahada artmıştı, karmakarışık duygular kaplamıştı yüreğini..pişmanlık-utanç ve umut hepsi bir aradaydı..
Arada anneyi gözucuyla kontrol ediyor,iyi olup olmadığını soruyordu Soner,bir yandan da küçük kızın sorularına cevap vermeye çalışıyordu.
Nihayet kasabaya varmışlar ve sora sora doktoru bulmuşlardı.Soner kızı attan indirdi önce ve beklemsini söyledi.Hızla içeriye girerek doktoru kolundan tuttuğu gibi annenin yanına getirdi.
Doktor : dışarıda olmazki muayene,hadi içeriye alalım birlikte,orada muayene edebilirim ancak.
Soner ve doktor birlikte anneyi içeriye taşırlar.
Doktor Soner ve kıza beklemesini söyleyip anneyi muayene etmek için ayrılır yanlarından.Kısa bir süre sonra yanlarına geldiğinde
Doktor : hadi bakalım küçük kız annenin yanına git ben babanla konuşayım
Kız : babam değilki o benim, bize yardım eden bir amca
Doktor : tamam kızım hadi sen annenin yanına git şimdi..
Soner : nesi var doktor, iyi olacakmı
Doktor : evet olacak ama iyi bakılması gerekiyor, düzgün beslenmesi ve moralinin iyi olması lazım,ilaçlarınıda düzenli şekilde kullanması tabi.
Soner : tamam ben ilaçlarını alırım,erzakta alırım ama size verebilecek param kalmıyor o zaman
Doktor : sorun değil,bana vermesenizde olur...burada yapabileceğimiz başka birşey yok,dediğim gibi iyi bakılması ve ilaçlarını düzenli olarak kullanması gerek, evine götürebilirsiniz..
Soner : peki doktor, bana hangi ilacı almamı gerektiğini söyleyin bir koşu gidip alayım.
Soner doktorun verdiği reçeteyi kaptığı gibi koşup ilaçları alır gelir, daha sonra küçük kızıda yanına alıp alışveriş yaparlar birlikte.Herşey tamam olunca anneyi tekrar sedyeye yatırıp evin yolunu tutarlar..Yol boyunca küçük kızın yüzündeki mutluluğu gördükçe Soner'in içi huzurla dolar,kendi amacını bile unutmuştur onlarla ilgilenirken.Akşamın olmaya yaklaştığı vakitte eve varırlar,anneyi tekrar yatağına yatırıp aldıkları yiyecekleri yerleştirirler dolaba küçük kızla birlikte.
Küçük kıza annesine iyi bakmasını ve ilaçlarını vakti geldikçe içirmesini öğütler, anneye dönüp tekrar iyi olup olmadığını sorduktan sonra gitmek için izin ister,kapıya doğru yöneldiği sırada
Kız : amca
Soner : efendim küçüğüm
küçük kız koşup Soner'in bacağına sarılır
Kız : sağol amca,annem senin sayende iyi olacak
Soner : sen annene iyi bak olurmu
Kız : tamam bakarım..
Küçük kızın yüzünde mutluluk gülümsemesini görmek herşeyi unutturmuştur Soner'e,o da gülümseyerek karşılık verir ve ayrılır evden. Atına binerek tekrar yola çıkar.
Son parasınıda onlar için harcamıştır,tek kalan şeyi yola çıkarken aldığı yolluktan geriye kalandır.
Hava tam olarak kararmadan epey bir yol daha gider, iyice karanlık çökünce atından inip bir ateş yakar ve birkaç lokma birşey yiyerek ateşin başında bugüne kadar yaşadıklarını,ailesini ve bilgeyi düşünür.Düşüncelere boğulduğu anda ateşin başında uykuya dalar.
..............
devam edebilir:)
HEDEF KITLE : AB
16 MAYIS 2008 CUMA
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 ASI [NET] KAND 9,40 26,20
2 HATIRLA SEVGILI [NET] ATV 7,90 23,70
3 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 7,30 20,20
4 BEYAZ SHOW [NET] KAND 4,90 19,60
5 KOMEDI DUKKANI [NET] TRT1 4,60 13,10
6 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 4,30 18,10
7 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 4,10 16,70
8 SILA [NET] ATV 4,10 12,10
9 ASI (OZEL) [NET] KAND 3,90 13,70
10 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 3,70 15,10
11 SPOR SAYFASI SHOW 3,50 12,70
12 SPOR GUNDEMI KAND 3,00 11,00
13 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,80 21,40
14 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 2,80 17,80
15 KOMEDI DUKKANI (OZEL) [NET] TRT1 2,80 9,80
16 INDIANA JONES:SON MACERA (Y.S) [NET] STAR 2,80 8,00
17 DOBRA DOBRA [NET] KAND 2,60 23,30
18 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,60 9,60
19 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 2,50 15,50
20 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,30 14,00
21 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 2,30 9,80
22 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 2,30 7,55
23 AHMET CAKAR''LA SANSA BAK [NET] FOX 2,30 6,70
24 FOX ANA HABER BULTENI [NET] FOX 2,20 9,90
25 AVRUPA YAKASI (TKR)-OPT [NET] ATV 2,10 13,70
HEDEF KITLE : TOTAL
16 MAYIS 2008 CUMA
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 ASI [NET] KAND 8,30 22,60
2 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 8,10 22,20
3 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 4,40 18,90
4 SILA [NET] ATV 4,40 12,50
5 BEYAZ SHOW [NET] KAND 4,30 20,20
6 ASI (OZEL) [NET] KAND 4,30 14,70
7 HATIRLA SEVGILI [NET] ATV 4,20 14,10
8 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,80 16,60
9 SPOR GUNDEMI KAND 3,30 12,50
10 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 3,20 19,40
11 INDIANA JONES:SON MACERA (Y.S) [NET] STAR 3,10 8,70
12 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 3,00 13,10
13 KOMEDI DUKKANI [NET] TRT1 3,00 8,30
14 NUR ERTURKLE HER SABAH (OZEL) [NET] KAN7 2,80 20,10
15 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 2,80 17,00
16 EMRET KOMUTANIM [NET] K1 2,70 7,70
17 BUYUK BULUSMA [NET] STV 2,60 8,30
18 NUR ERTURKLE HER SABAH [NET] KAN7 2,40 18,30
19 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,40 14,00
20 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 2,35 7,95
21 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,30 17,40
22 SPOR SAYFASI SHOW 2,30 8,90
23 BEKCILER KRALI (T.S) [NET] STV 2,30 6,10
24 SELENA (TKR) [NET] ATV 2,10 17,60
25 CARKIFELEK [NET] K1 2,10 6,40
iyi aksamlar bbo ailesi
Herkese iyi geceler,
iyi geceler
bbooooooooo
günaydın bbo
merhaba
bbooooo
BÜYÜK USTAD'TAN ŞİİRLER;
TABİ Kİ:MEHMET AKİF ERSOY
ACEM ŞAHI *
“Be-merdî ki mülk-i serâser zemin
Neyerzed-ki hûnî çeked ber zemin.” **
Sâdî
Gürz-i girân-ı zulmünü ey kanlı nâsiye;
Eyvân-ı zer-cidârına as ziynetin diye!
Al kanlı bir kefenle donat hayme-gâhını,
Canlarla yak meşâil-i mâtem- penâhını!
Makberlerin hufeyre-i muzlim-dehanları,
Dendân-ı gayz u kahra şebîh üstühanları
Yâd eylesin mezâlimini tâ ebed senin,
Ey cephesi, kitâbesi bin kanlı medfenin!
Ey bir hayâle tuhfe kılan bin hakîkati,
Ey âhenîn eliyle kazıp kabr-i milleti,
Nûr-ı hayât ufuklarını herc ü merc eden
Leylin şedîd zulmetini rûha mezc eden’
Envâr-ı mihr-i fikri sen ey hâksâr eden,
Meyyitlerin izâmı gibi târumâr eden!
Ey hâdimi serâçe-i mâtem feşanların!
Rahş-i akûr-i zulmüne pâmâl olanların
Gül-gonce-i mezârı mıdır tâc-ı devletin?
Tutmuşsa da avâlim-i efkârı şöhretin,
Zannetme ki hükûmetinin efseriyledir...
Sadî'lerin mezâr-ı çemen-ber-seriyledir.
Sa'dî'lerin mezârı, evet, bir avuç türâb...
Tahtınsa bir cihan ki senin âsüman-meâb!
Lâkin o kabre bence fedâ taht ü efserin...
Makber-güzîn olup da sükût eyliyenlerin
Feryâd-ı vâpesînine değmez bu velvelen...
Mudhik gelir nigâh-ı temâşâma hâilen!
Bin mülkü, milleti yok eden pençe-i felek,
Bir şahsı şüphesiz ebedî kılmamak gerek.
Mâzî ki işte makbereler mâverâsıdır,
Milletlerin haziyre-i zair-cüdâsıdır
Atfeylesen nigâhını ka'r-ı zalâmına;
Milletlere gözün ilişir na'ş nâmına!
Dârâ'ların o nâsiye-i târumârını,
Ecdâdının izâmını, çökmüş mezârını
Pîş-i nigâh-ı ibretine al da bir düşün...
Çoktur bu rütbe dağdağa bir kabza hâk için!
İklîmler alan o muazzam Napolyon'un
Bir hufredir kazandığı şey. İşte bak onun
En son serîri makbere-i mâtemîsidir,
Akreplerin nedîmi, yılanlar enisidir!
Yer kalmamış sarây-ı muallâna bak utan:
Mâtem-sarâylarla dolu sâha-i vatan!
Emr-i cihan-mutâı bu dünyâyı râm eden
Eslâfının -bugün düşünürsek -değil iken
Toprak olan dehenleri feryâda muktedir,
Hâlâ senin bu velvele-i nahvetin nedir?
“Riyâset be-dest-i kesânî hatâst
Ki ez-destşan-i desthâ ber-hudâst” ***
Sa'dî
Bu müdhiş velvelen İrân'ı dâim inletir sanma.
"Muzaffersin!" diyen sesler bütün hâindir, aldanma.
Zaferyâb olduğun kimdir? Düşün bir kerre, millet mi?
Adâlet isteyen bir kavmi vurmak gâlibiyyet mi?
Nasîbin yok mudur bir parça olsun âdemiyyetten?
Nasıl aldırmıyorsun yükselen feryâda milletten?
Emîn ol bunca mazlûmun yüreklerden kopan âhı,
Tependen indirir elbette bir gün lâ'netu'llâhı!
Sığınmış olduğun şevket-sarây-ı zulmü pek muhkem
Hayâl etmektesin... Lâkin ne bârûlar, ne müstahkem
Penâh-ı bî-amanlar, heybet-i Kahhâr-ı Mutlak'la,
Kökünden devrilip bir anda yeksân oldu toprakla!
O, bir çok memleket vîrân edip yaptırdığın eyvân
Harâb olmaz mı? Kabristâna dönmüşken bütün İran?
Evet, İrân'ı kabristâna döndürdün, helâk ettin;
Kefen yaptın girîbân-ı ümîdi çâk çâk ettin!
"Bütün dünyâ için bir damla kan çoktur" diyorlar, sen,
Şu ma'sûm ümmetin seller akıttın hûn-i pâkinden!
Yüzünden perde-i temkîni artık kaldırıp attın:
Ne mâhiyyet, nasıl fıtrattasın, dünyâya anlattın!
Livâü'1-hamd-i hürriyyet iken İslâm için gâyet,
Nedir pâmâl-i istibdâdın olmak öyle bir râyet?
Kazak celbeyleyip tâ Rusya'dân sâdâtı çiğnettin;
Yezîd'in rûhu şâd olsun... Emînim çünkü şâd ettin!
Şehâmet gösterip binlerce Beytullâh'ı bastırdın;
Şecâat arz edib birçok ricâlullâhı astırdın!
Ne Allah'tan hayâ ettin, ne Peygamber'den âr ettin:
Devirdin kâ'be-i ulyâ-yı dîni, hâk-sâr ettin!
Hamâset perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün,
Umûmen Şark'ı ağlattın, umûmen Garb'ı güldürdün..
Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb'ın da vicdânı,
Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i İrân'ı!
O Sâ'dî'ler, o Hâfız'lar, o Firdevsî, o Râzî'ler,
Gazâlî'ler, o Kutbüddin, o Sa'düddin, o Kâdîler.
Yetiştirmiş; o Örfi'nin, o birçok şems-i irfanın
Ziyâsından tenevvür eylemiş iklîmi dünyânın,
Bugün makhûr-i nâdânîsidir bir fırka haydûdun!
Nedir pinhân olan esrârı bilmem, bunda Ma'bûd'un.
Hayır, Ma'bûd'a ircâında yoktur bunların ma'nâ:
Yataklık eylemez cânîye -hâşâ- bir zaman Mevlâ.
Şehâmet perverâ, Şâhâ! Zaman, bî-dâdı kaldırmaz;
Hatâ etmektesin şâyed diyorsan "Kimse aldırmaz."
Bu istibdâda artık bir nihâyet ver ki: İstikbâl
Karanlık derler amma işte pek meydanda: İzmihlâl!
*********************
* Mehmet Akif bu manzumeyi Mithat Cemal ile beraber yazmışlardır. Birinci parça Mithat Cemal'e ait olup, ikinci parça Mehmet Akif'indir.
** "Baştan başa bütün dünya, bir damla kanın yere dökülmesine değmez."
*** "Zalimliğinden halkın Allah'a sığındığı kimselerin, devlet başında kalmaları doğru değildir."
ÂHİRET YOLU
Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;
Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?
- İyi biliriz!
-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,
Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?
- Evet!
- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...
- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"
Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,
Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;
Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:
- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?
- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..
- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!
- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
- Babam ne oldu?
- Baban... Öldü.
- Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...
- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...
Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,
Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.
Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,
Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?
Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?
Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.
Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.
O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût
İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.
Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:
Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,
Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!
Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.
Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.
Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!
Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!'
Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.
Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.
Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!
Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!
Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.
Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.
Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,
Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini·
Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...
MEHMET AKİF ERSOY
ALINLAR TERLEMELİ
Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!
Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk;
Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk
Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler;
Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler?
Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,
Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ!
Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın;
Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın;
Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten;
Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten;
Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;
O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta!
* *
*
Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol,
Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol!
Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır,
Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır:
Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;
Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!
Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı,
Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı?
Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem'iyyet.
Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,
"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a;
Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma.
İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan:
"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)'tan.
Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı,
Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı?
Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?
Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!
Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın;
Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın?
Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen;
Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!
Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir;
Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir:
Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın?
Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın.
Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister:
Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.
İstanbul, 3 Teşrinievvel 1334 (1918)
MEHMET AKİF ERSOY
ÂMİN ALAYI
“Gözüm ki kane boyandı, şarâbı neyliyeyim?
Şarâbı neyliyeyim?
Ciğer ki odlara yandı, kebâbı neyliyeyim?
Kebâbı neyliyeyim?
Ne yâre yaradı cismim, ne bana, bilmem hiç!
İlâhi, ben bu bir avuç türâbı neyliyeyim?
Türâbı neyliyeyim?
Âmin! Amin!"
En önde, rahlesi âguş-i ihtirâmında
Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;
Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,
Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek
Kadar lâtîf, iki ma'sûmu bir açık payton
Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,
Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun
O rûhtan daha sâfi olan yüreklerden,
Zaman zaman bir ilâhî terâne yükseliyor;
Bu cûş-i saffetin aksiyle tâ meleklerden
Zemîne doğru bir "amîn!" sadâsıdır geliyor.
Muhîti her birinin bir sabâh-ı nûrânûr,
Bütün bu kâfile efrâdı, pür-sürûd-i sürûr,
Yarıp önünde duran halkı muttasıl gidiyor!
Bu bir ketîbe-i ma'sûmedir ki, ey millet:
Selâma durmalısın şanlı rehgüzârında;
Bu bir cenâh ki: Atîde bir ufak hareket
Yapıp cihanları oynatmak iktidârında!
Gelir de sâye-i imdâd-ı Hak'ta bir gün, bu,
Girer diyâr-ı meâlîye doğrûdan doğru.
Bu ancak işte, eğer varsa, şanlı bir ordu!
Evet, ilerlemek isterse kârbân-ı şebâb,
Yolunda durmaya gelmez. O çünkü durmıyarak
Sabâh-ı sermed-i âtîye eylemekte şitâb;
O çünkü isteyemez hâle katlanıp durmak!
Onun kudûmü için nâzenîn-i istikbâl,
Açar da sîne, o olmaz mı per-güşâ-yi visâl?
Durur mu artık onun karşısında, mâzî, hâl?
Fakat o zemzemeler uçtu hep dudaklardan...
Sürûd-i neşve bu âlemde pek süreksizdir!
Ağır ağır geçiyorken alay sokaklardan,
Gelir de caddenin ağzında mıhlanır, dikilir,
Mehîb-manzara bir anlı şanlı gerdûne;
İçinde pudralı üç kanlı çehre! Neyse yine,
Yol açtı bir iri ses mevkibin geçip önüne:
- Siz ey heyâkil-i bî-rûhu devr-i mâzînin,
Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtînin;
Nedir tarîkını kesmekte böyle isti'câl?
Durun, ilerlesin Allâh için, şu istikbâl.
MEHMET AKİF ERSOY
ÂTİYİ KARANLIK GÖREREK AZMİ BIRAKMAK...
"Oğullarım: Gidiniz de Yusuf'la kardeşini araştırınız;
hem sakın Allah'ın inayetinden ümidinizi kesmeyiniz.
Zira, kâfirlerden başkası Allah'ın inayetinden ümidini kesmez."
(Yusuf, 87)
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, "İki el bir baş içindir."
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile şirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!"
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da "yapışsam..." demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
"İş bitti... Sebâtın sonu yoktur!" deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
19 Rabîülâhir 1331 - 14 Mart 1329 (1913)
MEHMET AKİF ERSOY
AZİM
Sa'dî, o bizim Şark'ımızın rûh-ı kemâli,
Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:
"Vaktiyle beş on kâfile sahrâya düzüldük;
Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.
Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib
Koşmakta... Meğer eylemiş evlâdını gâib.
Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;
Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.
Avâre peder, nerde bulursun onu! derken...
Gördüm ki ciğer-pâresinin tutmuş elinden,
Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,
Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!
Yaklaştı şütürbâna nihayet, dedi yekten:
"Evlâdımı buldum... Nasıl amma? Onu bilsen...
Karşımda ne görsem, “O!” dedim geçmedim aslâ.
Aldatsa da tahmînimi binlerce heyûlâ,
Azmimde fütûr eylemedim, ye'si bıraktım...
Mâdâm ki dünyâdadır elbet bulacaktım...
Kumlarda yüzüp, zulmetin a'mâkına daldım;
Hep rûh kesildim... Ne boğuldum, ne bunaldım.
Tevfık-i İlâhî edip en sonra inâyet,
Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihâyet. "
İm'ân ile baksak oluyor işte nümâyan,
Sa'dî bize göstermede bir meslek-i irfan:
Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,
Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,
Er geç bulacak sa'y ile dil-hâhını elbet.
Zîrâ bu şuûunzâr-ı tecellîde, hakîkat,
Tevfik, taharrîye, taharrî ona âşık;
Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.
Olsun da emel azm ü taharrîye mukârin;
Tevfik zuhûr eylemesin sonra... Ne mümkin!
Ba'zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd...
İnsan o zaman etmelidir azmini-teşdîd.
Ye'sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Hüsrâna düşersin; Çıkamazsın ebediyyen!
Mahkûm olarak ye'se şu bîçâre peder de,
Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,
Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
Elbet biri candan, biri cânandan olurdu.
MEHMET AKİF ERSOY
AZİMDEN SONRA TEVEKKÜL
"...Bir kerre de azmettin mi, artık Allah(c.c.)'a dayan..."
(Âl-i İmrân, 159)
"- Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık!
Düşdükse bu hüsrâna, onun nârına yandık!
Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet?
Dersen ki: Ufuklarda bir aydınlık uyansın;
Mâzîyi ateş vermeli, baştan başa yansın!
Şaşkınlık olur köhne telâkkîleri ihyâ;
Şeydâ-yı terakkî, koşuyor, baksana dünyâ.
Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır;
Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır!"
- Allah'a değil, taptığın evhâma dayandın;
Yandınsa eğer, hakk-ı sarîhindi ki yandın...
Meflûc ederek azmini bir felc-i irâdî,
Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdî!
Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın;
İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın.
Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şâyed,
Mutlak değil elbette, vazîfeyle mukayyed.
Takyîd-i İlâhî ki: Bilâ-kayd ona münkâd,
Kalbinde cihanlar darabân eyliyen eb'âd.
Lâ-kayd olamazdın, biraz insâfın olaydı,
Duydukça bütün sîne-i hilkatten o kaydı.
"Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan...
Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:
Dinlenmedi birgün o büyük nesl-i mücâhid.
Âlemde "tevekkül" demek olsaydı "atâlet';
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhîdi sönerdi;
Kur'an duramaz, nezd-i İlâhîye dönerdi.
"Dünya koşuyor" söz mü? Berâber koşacaktın;
Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Mâdem ki uyandın o medîd uykularından,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Ensendekiler "leş" diye çiğner seni sonra;
Ba'sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr'a!
Çiğner ya, tabî'î, ne düşünsün de bıraksın?
Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın!
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da.
Maziyi, fakat yıkmaya kalkma bu yolda.
Ahlâfa döner; korkarım, eslâfa hücumu:
Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu?
Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha!
İstanbul, 13 Teşrinisina 1335 (1919)
MEHMET AKİF ERSOY
BAYRAM
Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır;
Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!
Bayramda güler çehre-i mâ'sûm-i sabâvet,
Ümmîd çocuk sûret-i sâfında ıyandır
Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda;
Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır.
Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd
Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır.
Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin,
Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır.
Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin
Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır.
Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu?
Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır!
Her sînede bir kalb-i meserret darabanda,
Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır.
Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır,
Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır.
Eşbahı da cûşân ediyor feyz-i mübîni,
Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır!
Bayramda gelir yâ da ne hoş hâtıralar ki:
Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır,
Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi:
Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi.
* *
*
Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi;
İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti.
Dedim ki: "Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda
Durup o âlemi seyreylesem de meydanda,
Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur.
Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. "
Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben
Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden.
Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ
Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün,
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var?
"Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar!"
Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin.
Diyor: "Kuzum, girecek varsa durmasın girsin."
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân,
"Alın gözüm buna derler..." sadâsı her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:
Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele.
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşerisi:
"Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram
Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam."
- Muhallebim ne de kaymak!
- Şifalıdır macun!
- Simit mi istedin ağa?
- Yokmuş onluğun, dursun.
O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller,
Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller!
Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer...
Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler.
Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran.
Davullu zurnalı "dans" eyliyen, coşup bağıran,
Bu kâinât-ı sürûrun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,
Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle;
Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayât...
Bütün sürûr u şetâretti gördüğüm harekât!
Onar parayla biraz sallandırdılar... Derken,
Dururdu "Yandı!" sadâsıyle türküler birden,
- Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de,
- Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.
"Deniz dalgasız olmaz
Gönül sevdasız olmaz
Yâri güzel olanın
Başı belâsız olmaz!
Haydindi mini mini maşallah
Kavuşuruz inşallah..."
Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı,
Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen "Bu niçin ağlıyor?" deyip soruyor.
- Yetim ayol... Bana evlâd belâsıdır bu acı
Çocuk değil mi? 'Salıncak' diyor...
- Salıncakçı!
Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevâbına say...
Yetim sevindirenin ömrü çok olur...
- Hay hay!
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine
Katıldı ağlamıyan kızların şetâretine.
MEHMET AKİF ERSOY
BEBEK YÂHUD HAKK-I KARÂR
Bizim Cemîle Ferîde'yle bir sabah gelerek,
"Unutma beybaba, akşam birer hotozlu bebek,
Getir, kuzum... " dediler. Ben de kızların keyfi
Kırılmasın diye reddetmedim şu teklîfi.
Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki
Edâlı yosma getirdim. Aman o akşamki,
Sevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!
Durup oturmadılar hiç, dedim: "Yatın da yarın,
Bütün gün oynayınız... "Nerde! Kim yatar? O gece,
- Yemekte sızmaya me'lûf olan - Ferîde'mce
Kabûl olunmıyacak söz olursa, yatmaktı.
Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.
Ferîde'nin yaşı beş yok; Cemîle'ninki yedi;
Şu var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.
Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;
Küçük sabâha kadar hep bebeğ’ni hoplattı.
Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan...
"Işıl ışıl bakıyor â! bebek değil, afacan!"
Sabaha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun:
Mışıl mışıl uyuyor... Değmeyin aman uyusun.
Benim bulunmadığım bir zamanda kız uyanır;
Bebeği uyutmak için evde üç saat kapanır.
- Aman da pek yaramaz, uyku sıçramış başına.
Bakın beşik de getirdim, bakın yatar mı şuna?
Yatar mısın seni maymun? Kapar mısın gözünü?
Acık da dinlesen olmaz mı annenin sözünü?
Kapandı işte gözün... Oh, şimdi artık yat!
Bebek ne yaptı bilinmez ki, sonradan, pat pat,
Dayak sadâları akseylemiş öbür odaya,
Güzel güzel uyumuş olsa kız da dövmez ya.
* *
*
Gelince akşama, baktım, Ferîde pek düşkün.
Durur mu, ablası? Ben sormadan atıldı:
- Bugün
Ne yaptı, beybaba, bilsen... Zavallıcık bebeğe?
- Ne yaptı?
- Dövdü bir âlâ, sonunda kırdı.
- Niye?
-Bilir miyim, ona sor... Kız, getir bebeğ’ni hadi!
Ferîde kaçtı yanımdan, getirmek istemedi.
Çiçek çıkarmışa dönmüş, getirdiler ki, yüzü;
Birer kafes gibi kalmış o kuş bakışlı gözü.
Başında saçtan eser yok, ayak topal, kollar
Omuzdan oynamıyor, kim bilir, ne illeti var?
O kanlı canlı bebek şimdi işte bir kötürüm..
- Bu ölmüş artık ayol, göm, götür de, hem ne ölüm.
* *
*
Ferîde kaldı bebeksiz, Cemîle'ninki fakat,
Güzel güzel duruyor, olmuyor ne kör, ne sakat.
Günün birinde berâberce oynuyorlarken,
Alıp Ferîde hazin bir niyâz tavrı hemen
- Bebeğ’ni ver, acıcık oynayım, kuzum abla...
Demez mi? Kız ne diyor?.. Galibâ:
- İnâyet ola!
Verir miyim sana ben hiç bebeğ’mi, yağma mı var?
- Hasislik etme kızım, ver!
- Alırsa sonra kırar:
- Nasıl kırar a canım? Etme oynasın, veriver!
- Olur mu beybaba?
- Elbet olur:
- Kırarsa eğer?
- Yarın sabah sana ben başka bir bebek alırım.
Bizim müdâhaleden sonra, "Oyna al bakalım!.. "
Deyip Feride'ye kerhen uzattı kız bebeği.
Ferîde'nin yüzü gülmüştü, baktım, iy’den iyi.
Sevindi, oynadı, lâkin bu müsteâr sürûr
Süreksiz oldu...
Ver artık!
-Acık, daha, ne olur!..
- Bakındı beybaba?
- Kız, ver de sonradan yine al,
Mal olmaz insana, âdet değil, emânet mal.
Tekerrür etti birazdan şu yolda aynı niyâz:
- Bebeğni ver yine olmaz mı? Oynayım.
- Olmaz!...
Ben iltimâsı dirîğ etmedim ikinci sefer:
- Çok oldu beybaba, ya! Sonra her zaman ister!
- Demin de aldı, hemen verdi, içlenir, yapma!
Sen ablasın ne kadar olsa...
- Başka vermem ama,
Çabuk verirsen eğer al da oyna kız, haydi..
Ferîde'nin bu sefer keyfı pek yolundaydı.
Epeyce dandiniler yaptı, hayli hoplattı;
Bebek kolunda, hasırlarda bir zaman yattı.
Fakat ne çâre! Gelip çattı vakt-i istirdâd,
Kızın nazarları beyhûde etti istimdâd.
Cemîle istedi ısrâr edip emânetini,
Çocuk da verdi, fakat görmeliydi, hiddetini!
Büyük kızın eziyordu gurûr-i ma’sûmu,
Bebek elinde gezerken, şu tıfl-ı mahrûmu.
Ağır gelir ona elbette karşıdan bakmak.
Sokuldu bak yine, hiç şüphe yok ki: Yalvaracak,
"Bebeğ’ni ver" diye, lâkin ben eylemem ibrâm.
Hayır, değil bu edâ, bir edâ-yı istirhâm:
"Bebeğ’mi ver!" demesin mi üçüncüsünde kıza.
Meğer hukuk da bilirmiş bakın şu saygısıza!..
MEHMET AKİF ERSOY
BİR ARİZA
Ey bâd-ı sabâ uğrayacaksın ya şimâle?
Bilmem, bir işim var, sana etsem mi havâle?
Vaktâ ki sekiz yüz milli bir nefhada geçtin;
Vaktâ ki bizim yerleri rü'yâ gibi seçtin;
Dikkatle bakın: Marmara'nın göğsüne yatmış,
Sırtındaki örtüyse bütün zümrüde batmış,
Bir, Heybeli, derler - bileceksin - ada vardır.
Etrâfı da az çok ona benzer adalardır...
Gördün ya? Evet. Şimdi bu sâhilde biraz dur:
Herkes gibi Abbas Paşa'nın köşküne başvur.
Sen yolcu adamsın, bakan olmaz ki kusûra...
Arz ettirerek ismini, çıktın mı huzura
Hilvanlılann hepsinin ihlâsını, ilkin,
Bir bir sayıver. Bitti mi defter, de ki:
“Lâkin,
Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var.
Manzûm sayıklar gibi manzûme sayıklar!
Zannım, mütekîid şuarâdan olacak ki:
Hiçbir yenilik yok herifin her şeyi eski.
Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş, ne bıyıktan;
Âsârı da memnun görünür köhne kılıktan.
Hicrî, kamerî aylan ezber sayar amma,
Yirminci asır zihnine sığmaz ne muamma!
Ma'mûre-i dünyâyı dolaştıysa da, yer yer,
Son son, "Hadi sen, kumda biraz oyna!" demişler.
Yâhu! Sorunuz bir. Bakalım tâkati var mı?
Kaynarken adam oynamak ister mi? Sarar mı?
Ey Heybeli iklîmine kıştan çekilenler,
Ey Afrika temmûzunu efsâne bilenler.
Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar,
Ey Maltepe'den Pendik'i bir hamle sayanlar!
Ey çamların altında serilmiş, uzananlar!
Ey her nefes aldıkça ömürler kazananlar!
Siz, camları örter, sakınırken cereyandan;
Biz, bodruma sarkar da kaçarken galeyandan!
Siz, mercanın a'lâsını attıkça şişerken;
Biz, kumda çirozlar gibi piştikçe pişerken!
Siz, Marmara âfâkını dürbünle süzerken;
Biz, poyrazı görsek diye, damlarda gezerken!
Siz, yelkeni açmış, suyun üstünden akarken;
Biz küplere binmiş, size hasretle bakarken!
İnsâf ediniz: Kopmayacak, şey mi kıyâmet?
Elbette kopar. Dinle Paşam, ceddine rahmet:
Ben Heybeli'den vazgeçerim şimdilik, ancak,
Üç beş gün pek hoş olur Remle'de kalmak.
Hilvan, 1 Ağustos 1245 (1929)
MEHMET AKİF ERSOY
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne husrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler? Göremezlerdi tabiî;
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerrede, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o Ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi geberdi!
Âlemlere rahmetti evet şer-i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o mâsûma bütün bir beşeriyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Hilvan, 11 Rebiülevvel 1347 (1931)
MEHMET AKİF ERSOY
BİR MERSİYE
(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken
bu cihân-ı zulmete vedâ ederek,
âlem-i nûr’â-nûr-ı dîdâra yükselen
yâr-i cânım Hilmi hakkında)
Nihâyet oldu nazardan nihân o nûr-i mübîn,
Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defin!
Zevâl, o emr-i tabiî kemâle derpeydir:
Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;
Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtif idi,
Ki birden etti gurûbuyle ufku leyl-âkîn.
Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;
Kemîne pâye-i iclâli oldu illiyyîn.
Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,
Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn...
Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,
Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika -bîn!
Bir âsümân-ı celâlin muhîti, oldukça,
Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?
Kitâbe, seng-i mezârında hep kitâb-ı ledün;
Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.
Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;
Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.
Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;
Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.
Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;
Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.
Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için
Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!
Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,
Eden riyâh değildir bu servilikte enîn.
Leyâl o tayf-ı lâtîfın harîm-i ismetidir;
Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazîn!
Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,
Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.
Ey aslına iltihâk eden nûr,
Sensin bana her tarafta manzûr;
Olsan da zılâl içinde mestûr,
Bir an değilim o lem'adan dûr:
Rûhumda ebed-karâr şû'len.
Mevvâc sabâhatin seherde
Berk urmada nâsiyen kamerde;
Şeb sahn-ı harem-serâna- perde.
Matvî evrak-ı verd-i terde
Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!
Nağmendir eden riyâhı tehzîz,
Senden bu nevâ yı şûriş-engîz!
Tayfın beni eyliyor seher-hîz...
Ey hâtırasıyle rûh lebrîz,
İndimde bu kâinât hep sen!
Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,
Ey subh-i ebed karârgâhı.
Hiç bulmaya tâbişin tenâhî...
Envârına gelmesin tebâhî...
Bir böyle bekânı isterim ben.
Sönmez yanan ihtimâli yoktur,
Sönmek sözünün meâli yoktur...
Yok, nâre demem zevâli yoktur,
Nûrun fakat öyle hâli yoktur.
Olmaz ona hiç adem nişîmen.
Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,
Artık aramızda bir cihan var!
Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,
Ben yerde azâb içinde bîzâr!
Gûşumda bütün terâne şîven!
Şîven demi nây-i nağme-kârın,
Şîven cereyânı cûybârın,
Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,
Şîven bana âh yâdigârın...
Sen gökleri hande-zâr ederken!
MEHMET AKİF ERSOY
BÜLBÜL
Basri Bey oğlumuza
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!
- Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda
Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?
Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.
Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)
MEHMET AKİF ERSOY
ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"
Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,
Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;
Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam.
Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?
Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer;
Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi.
Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb.
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...
Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;
Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân...
Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF ERSOY
CÂNAN YURDU
Eyvâh ıssız diyâr-ı dilber...
Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!
Uçmuş da bakındığım terâne,
Kalmış sessiz bir âşiyâne.
Yer yer medfun durur emeller...
Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!
Yâ Rab! Niye böyle bir yığın hâk
Olmuş yatıyor o buk'a-i pâk
Yâ Rab, ne için o lem'a nâbûd?
Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?
Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan
Üstünde bu perde perde hicran?
Lâkin görünen kimin hayâli?
Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli...
Keysû-yi siyâh-ı târumân,
Altında cebîn-i lem'a-dârı,
Zulmetler içinde subh-i mahmûr;
Yâ gözbebeğinde nazra-i nûr;
Yâ ebr-i bahâr içinde cevvâl
Bâran çeklinde dürr-i seyyâl;
Yâ sînede her zaman coşan yâd,
Yâ kayd-ı bedende rûh-i âzâd.
Ey tayf-ı nigeh-fırîbi yârin
Olmaz mı bir ân için karârın?
Heyhât, serâb-ı şavka döndün...
Karşımda parıldamanla söndün!
Kimden sorayım ki nerde dilber?
Makber gibi samt içinde her yer.
Cânan! Cânan!.. dedim, arandım...
"Bir aks-i nidâ" dedikçe, yandım!.
Yâ Rab, neye hem sağır, hem ebkem,
Dağlar, dereler, bütün şu âlem?
Ey sevdiğimin sevimli yurdu,
Hâlin, bana şimdi pek dokundu!
Aç sîneni; yâd-ı nükhetinden
Bir şemmeye kâilim bugün ben.
Bir vakt o şemîm-i nâz-perver
Tâ subha kadar yanımda bekler,
- Ümmîde verip bekâ sabûhu-
Sermest-i safâ ederdi rûhu.
Heyhât o nesîm-i sâf şimdi
Nâzan, nâzan semâya gitti.
Ey lâne-i târumâr söyle,
Cânan sana artık inmiyor mu?
Ey mâtem-i pâyidâr söyle,
Sâhandaki nevha dinmiyor mu?
Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr,
Yâdında mıdır o nazlı reftâr?
Ey darbe-i bâda karçı, ra'şân,
İnşâd-ı enîn eden nihâlân!
Bir şi'r-i revân olup da cânan
Geçmez mi bu gölgeden hırâmân?
Ey dilber-i mihriban, zuhûr et!
Ömrüm gibi ansızın mürur et!
Ya kalb-i fezaya bir hutur et:
Afakımı lem'a lem'a nur et.
Bin nevha-i can içinde , pür-cûş,
Geldim bu garib yurda, medhûş.
Feryâdımı yok mu eyliyen gûş?
Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmâş:
Bir "yok!" diyecek sadâ da yokmuş!...
MEHMET AKİF ERSOY
DERVİŞ AHMED
"Bir ömürdür içiyorsun, bırak artık şunu!" der;
Derviş Ahmed bu hidâyetle hemen tövbe eder.
Ama bir tövbe ki: Binlikleri çarpar duvara;
Tas, çanak, testi perîşan, serilir tahtalara.
Rakı tûfânı, su girdâbı alırken odayı;
Anaforlarla dönerken mezeler fırdolayı;
Bir kerâmetle dedem postu oturtup sedire,
Oradan, mest-i zafer, bakmaya başlar seyire.
Başlar amma, pek uzun boylu seyirden bıkılır...
Derviş Ahmed de bizim, öğleye varmaz, sıkılır.
Kalkar, olmaz, yatar, olmaz, döner, olmaz dediği;
Neyle doldursa o bir türlü kapanmaz gediği?
Zikreder, vahdete girsem diye zorlar, giremez;
Hû çeker, sîne döver, hiçbiri eğlendiremez.
Sâ’atin ömrü soluktan da kısayken hani, dün,
O, ne yıllar devirir; sâniye geçtikçe bugün!
Devrilen devriledursun, dedem "illâllah!" der;
Camı sarsar, damı sarsar, tepinirken ter ter!
Bu kadar velvele oynatsa yerinden ya biraz,
Ne harın şey ki "zaman" hiç yürümez, hiç tınmaz!
Derviş Ahmed, bu sefer, "ben yürürüm!" der mi sana!
"Aman Ahmed'im, bana baksana!
Bozacak mısın yine tövbeni?
Kıracak mısın, yeniden beni?
Sakın Ahmed'im, gideyim deme. "
Cezbe kuvvetlice gelmiş ki dışardan dedeme,
Bu, içinden kabaran sesle hiç irkilmiyerek,
Hakerenler yola bir düşme düşer.Yelyepelek!
"Derviş Ahmed! Gidiyorsun ya, sakın sapma sola!
İşte bak dirseğe geldin, göreyim şimdi: Mola!
Bu gidiş hayır değil Ahmed'im,
Dayan Ahmed'im, dikil Ahmed'im!
Aman Ahmed'im, göreyim seni,
Dayan Ahmed'im, göreyim seni!"
Lâkin aldırmıyor Ahmed, cereyanlar müdhiş;
Karnı irkilse, bacaklar gidecek, hem ne gidiş!
"Ne o? Meyhâneye geldin mi?" Sakın girme, dayan!
Aman Ahmed'im, sonu pek yaman!
Kuzum Ahmed'im, gireyim deme!
Mola istemem, vereyim deme!
Asıl Ahmed'im, kasıl Ahmed'im!
Bu geçid belâ, asıl Ahmed'im!
O ne batmalar, ne boğulmalar!"
Asılır, boş, kasılır, boş, dedem en sonra dalar.
"Bâri meyhâneye düştün, be mübârek derviş.
İçmeden, geç ki desinler. Dede Sultan ermiş!
Hadi Ahmed, hadi yavrum, hadi son bir gayret!
................................................................
Lâkin Ahmed, bu ne gayret, ne tahammül, hayret!
Sen kurul lök gibi meyhâneye, ser postu, otur;
Yan, tutuş, sonra dayan: Dağ gibi dur, taş gibi dur!
Dağ demiş, taş demişim, doğru mu lâkin? Ne gezer!
Onu bir zelzele sarsar, bunu bir dalga ezer.
Seni kaç zelzeledir yokladı hiç sarsamadan;
Koca arslan, hani, övmüş de yaratmış Yaradan!
Öyle bir tövbe geçirdin ki, hakîkat, değdi;
Az belâ mıydı, seher vakti, o tûfan neydi?
Çiğnedin dalgayı, girdâbı çıkardın daraya;
Postu Cûdî'ye yanaştırdın, atıldın karaya.
Sallamış tekmeyi bir mülke, diyorlar, Edhem;
Yumruk atmış mı yarım binliğe? Hiç zannetmem!
Hak erenler, iyi bak kendine, mikdârını bil:
Sendedir nühsâ-i kübrâ, okumuşlarda değil!
Sen ne cevhersin, a devletli, ne cansın, bilsen!
Aba altındaki sultanlara sultansın sen.
Sen ki Kevser dağıtan Haydar'a kulsun ancak,
Sana ısmarlamıyan, kimlere ısmarlıyacak?
..................................................................
Hadi evlâd, Dede Sultan ne içer, bir sor ki...
Doldurun dervişe benden iki binlik Yorgi!
Hilvan, 1 Eylül 1346 (1930)
MEHMET AKİF ERSOY
DİRVÂS
Derler ki: Ümeyye'den Hişâm'ın
Devrinde, yakınlarında Şâm'ın
Üç yıl ekin olmamış kuraktan.
Can kaybına düşmüş artık urban.
Her hayme mezâr olup kapanmış:
Altında beş on kadîd uzanmış!
Bakmış ki meşâyih-i kabâil:
Sıyrılmıyacak bu derd-i hâil;
Bir karyede toplanıp, demişler:
Durdukça helâkimiz mukarrer.
Mâdem ki şüyûhuyuz bu halkın,
Kalkın gidelim Hişâm'a, kalkın.
Bir duysa Halîfe'miz bu hâli;
Var merhamet etmek ihtimâli.
Hiç ak sakalıyle bir alay pîr,
Eyler de Emîr'e hâli tasvîr,
Görmez mi o, halkı rahme, şâyan?
Sultansa da taş değil ya: İnsan!
Teklîfı kabûl eder bütün nâs;
Derler, yalınız: "Bulunsa Dirvâs.
Sinnen daha pek çocuktur ammâ
Olmaz o kadar talâkat aslâ. "
Vaktâ ki girer şüyûh Şâm'a
Derhâl haber gider Hişâm'a:
Derler ki, beş on kabîle geldi.
Der: Gelsinler sarâya şimdi.
Birlikte çocuk dalar huzûra,
Evvelce duâ eder de sonra,
Hiç pervâsız girer kelâma...
Lâkin bu tuhaf gelir Hişâm'a;
Der: Sus a çocuk büyük dururken,
Söz sâdır olur mu hiç küçükten?
Dirvâs o zaman kelâmı tekrâr
Teshîr ile der:"Nedir bu âzâr!
Mikyâsı mıdır zekâvetin sin?
Dirvâs'ı çocuk mu zannedersin?
Bir dinle de sonra gör çocuk mu?
İnsâf nedir o sizde yok mu?
Ben söyliyeyim de bir efendin,
Susturmak elindedir efendim. "
Dirvâs bakar Melik'te ses yok·
Mecliste değil ki ses, nefes yok;
Mu'tâdı olan talâkatıyle
Başlar söze eski şiddetiyle:
"Üç yıl mütemâdiyen kuraklar,
Emsâli görülmemiş sıcaklar,
Sâmânımızı kuruttu gitti;
Mezrûâtın umûmu bitti.
Binlerle çadır kapandı kaldı,
Çöl, mahşer-i mevt şekli aldı!
Şehrîleri besliyen kabâil
Köy köy geziyor zelîl ü sâil!
Hâtemlere cûd eden o urban,
Nan-pâreye can verir bugün can!
Çıplakları giydiren de üryan,
Gömleksizdir zükûr ü nisvân!
Açlık ecelin zahîri oldu:
Baştan başa çöl cesedle doldu.
Her kûşede bin acıklı feryâd...
Yok bir yerden sadâ-yı imdâd.
Şubbân bütün ihtiyâra döndü!
Pîrân görsen, mezâra döndü!
Yok vâlidelerde süt ki: tutsun,
Evlâdını emzirip uyutsun.
Zannım, bize münfail ki Mevlâ:
Bir bâdiye halkı yandı, hâlâ
Bir damla su inmiyor semâdan,
Şebnem bile düşmüyor duâdan!
Binlerce duâya bir icâbet
Göstermedi bârgâh-ı rahmet.
Artık sana ilticâya geldik
Reddetmez isen ricâya geldik:
Görmekteyiz ey Emîr-i âdil,
- İnkân bunun değil ya kâbil -
Yok sendeki ihtişâma pâyân;
Bizlerse alay alay sefılân!
Bir yanda demek ki fazla var çok;
Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.
Öyleyse biraz tevâzün ister.
Evvel beni dinle, sonra hak ver:
Nerden buldun bu ihtişâmı?
Halkın mı, senin mi, Hâlik'ın mı?
Allâh'ın ise eğer bu servet.
Bizler de onun kuluyken, elbet
Bir pay talebinde hakkımız var...
İnsâf olamaz bu hakkı inkâr.
Halkınsa şu bî-nihâyet emvâl;
Ver, etme hukûk-i gayrı pâmâl.
Yok; böyle de olmayıp da kendi
Mâlin ise - çünkü fazla - şimdi,
Bî-vâyelere tasadduk eyle...
Dördüncüsü varsa haydi söyle!"
Mebhût ederek bu söz Hişâm'ı,
Huzzâra demiş: "Görün kelâmı!
Yok bende cevâb-ı redde kudret...
Hayret, bu civan-dehâya hayret!
Îcâbediyor ki şimdi insâf:
Mes'ûlü hemen olunsun is'âf. "
MEHMET AKİF ERSOY
DURMAYALIM!
Sa'dî diyor ki: "Bir gece biz kârbân ile
Âheste-seyr iken yolumuz düştü bir çöle.
Sür'atle tayy için o beyâbân-ı vahşeti,
Hep yolcular fedâ ederek istirâhati,
Gitmektelerdi. Bir aralık bende meyşe tâb,
Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık zebûn-i hâb.
Âvâre bir piyâdeyi bekler mi kâfıle?
Nâçâr şedd-i rahl edecek tâ be-merhale.
Durnıuş, diyordu, bir de uyandım ki, sârban:
"Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kârban!
Uykum benim de yok değil amma bu deştzâr,
Arâmgâh olur mu ki bin türlü korku var?
Ser-menzil-i merâma varır durmayıp giden;
Yoktur necât ümîdi bu çöller geçilmeden.
Heyhât, yolda böyle düşen uyku derdine,
Hep yolcular gider de kalır kendi kendine!"
Vak'a hiç birşey değildir; haklısın, lâkin düşün.
Başka bir düstûr-i hikmet var mı, insâf et, bugün?
Varmak istersen -diyor Sa'dî- eğer bir maksada,
Tuttuğun yollar tükenmekten muarrâ olsa da;
Şedd-i rahl et, durnıayıp git, yolda kalmaktan sakın!
Merd-i sâhib-azm için neymiş uzak, neymiş yakın?
Hangi müşküldir ki himmet olsun, âsân olmasın?
Hangi dehşettir ki insandan hirâsân olmasın?
İbret al erbâb-ı ikdâmın bakıp âsârına:
Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken ısrârına.
Bir münevvim ses değil yer yer hurûşan velvele:
Fevc fevc akmakta insanlar bütün müstakbele.
Nehr-i feyzâ feyz-i insâniyyetin âhengine
Uymadan, kâbil değildir düşmemek bir engine.
Menzîl-i maksûda varmazsın uyanmazsan eğer...
Var mı bak, yollarda hiç bîdâr olanlardan eser?
İşte âtîdir o ser-menzil denen ârâmgâh;
Kârbân akvâm; çöl mâzî; atâlet sedd-i râh.
Durma, mâzî bir mugaylanzâr-ı dehşetnâktir;
Git ki, âtî korkusuzdur, hem de kudsî hâktir.
Çok şedâid iktihâm etmek gerektir, doğrudur...
Vehleten âvâre bir seyyâhı yollar korkutur;
Korku, lâkin, azmi te'yîd eylemek îcâb eder:
Kurtulursun şedd-i rahl etmiş de gitmişsen eğer:
Çünkü düşmüşsün hâyatın -ezkazâ- feyfâsına,
Gitmen îcâb eyliyor tâ menzil-i aksâsına.
Düşmemek mâdem elinden gelmemiş evvel senin,
Ölmeden olsun mu, ey miskin, bu çöller medfenin?
İntihâr etmek değilse yolda durmak, gitmemek,
Âsumandan refref indirsin demektir bir melek!
"Leyse li'l-insâni illâ mâ seâ" derken Hudâ;
Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha?
Davran artık kârbânın arkasından durma, koş!
Mahvolursun bir dakîkan geçse hattâ böyle boş.
Menzil almışlar da yorgun, belki senden bîmecâl!
Belki yok, elbette öyle! Sen ne etmiştin hayâl?
Şöyle gözden geçse bir hilkat temâşâ-hânesi:
Çıkmıyor bir zerre fa'âliyyetin bîgânesi.
Âsumânî, hâkdânî cümle mevcûdât için
Kurtuluş yok sa'y-i dâimden, terakkîden bugün.
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!
Mâsivâ birşey midir, boş durmuyor Hâlik bile:
Bak tecellî eyliyor bin şe'n-i gûnâgûn ile.
Ey, bütün dünya ve mâfihâ ayaktayken; yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah'tan utan.
MEHMET AKİF ERSOY
EZANLAR
"İhtilaf ı metâli' sebebiyle küre üzerinde
ezansız zaman yoktur"
Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı,
Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân-ı
Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı.
Ne lâhûtî sadâ "Allâhu ekber!" sarsıyor cânı...
Bu birgülbank-i Hak'tır, çok mudur inletse ekvânı?
Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,
İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.
Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk'ı ezberden,
Vicâhî feyz alır artık o nûru'n-nûr-i ezherden:
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,
Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;
Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.
Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen!
Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlu'llâh'a bir revzen.
Maîşet kayd-ı can fersâsının mahkûm-ı, bîzârı,
Bütün bîçâreler gündüz bu yâd-ı merhametkârı,
Duyar sermest olur görmüş kadar ferdâ-yı Dîdâr'ı!
O neşveyle, yorulmak şöyle dursun, en ağır bârı,
Sürükler görmeden, göstermeden yılgınlık âsârı.
Güneş mağrib-güzîn olmuş semâ esmer, ufuk gülgûn;
Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can mahzûn;
Gariblik rû-nümâ yer yer, sükûnet dembedem efzûn...
Bakarsın bir de gülbank-i İlâhiden dolup gerdûn,
O tenhayî-i sevdâvî olur Allâh ile meskûn!
İnip vaktâ ki leylin dest-i istîlâsı gabrâya,
Serer dünyâya zulmetten adem çeklinde bir sâye;
Nazar medhûş, müstağrak giderken zîr ü bâlâya.
Döner, "Allâhu ekber" cûşu yükseldikçe Mevlâ'ya,
O muzlim sîne-i hilkat tecellîzâr-ı Sînâ ya!
Senin, dem geçmiyor, yâdınla lebrîz olmadan eb'âd!
Ne müdhiş saltanat yâ Rab, nasıl âsûde istibdâd!
O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar, evrâd...
Hayır, sen rûh-i rahmetsin, bu sesler senden ister dâd,
Verir miydin, eğer dâd etmesen, feryâda isti'dâd?
* *
*
Gunûde rûh-i tabîat samîm-i zulmette...
Sitâreler bile bâlâ-yı sermediyyette,
Yavaş yavaş uyumak istiyor yumup gözünü;
Seher semâlann altında, açmıyor yüzünü.
Firâş-ı leylde dinmiş bütün enîn-i hayat,
Ridâ-bedûş-i sükûnet önümde hep safahat.
Görüp muhîtimi dalgın hamûş bir vecde,
O hâli ben de temâşâya daldım âsûde.
Nigâhı mest ediyorken bu levha-i mahmûr,
Ufukta yükselerek bir sadâ yı dûrâ-dûr,
Yayıldı rûy-i zemînin o anda her yerine,
Sokuldu leyl-i ketûmun bütün serâirine.
Cihân-ı nâimi kaldırdı, bî-karâr etti,
Zalâm içinde ne âlemler âşikâr etti!
O yükselen sesi tekrîre başlayıp eb'âd,
Duyuldu sîne-i şebden medîd bir feryâd.
Semâya çıktı o feryâd, âh-ı ümmet olup!
Semâdan indi o feryâd, rûh-i rahmet olup!
Uzaktan andırıyorken, demin, heyûlâyı;
Semâ'hâne-i leylin birer küçük nâyı
Gibiydi şimdi hayâlimde her menâr-ı mehîb...
O taş yürekte bu sûzişli nağmeler ne garîb!
O nây pârelerin sonra hepsi hemdem olup,
Uyandı rûh-i sükûnette bir azîm âşûb.
Coşunca âlem-i câmidde sayha-i tehlîl,
Minâreler bana gelmişti sûr-i İsrafil:
Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât;
Uyandı karşıki evlerde lem'a lem'a hayât.
Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh;
Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh;
Uyandı bende de bir şeb-çerağ-ı zulmet-sûz,
Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak'la sîne-firûz.
Tasavvur eylemem artık zevâl o meş'a1 için...
Meğer ki nûr-i İlâhi ufûl edip gitsin
MEHMET AKİF ERSOY
FATİH CAMİİ
Yatarken yerde ilhâdıyle haşr olmuş sefil efkâr,
Yarıp edvârı yükselmiş bu müdhiş heykel-i ikrâr,
Siyeh reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler,
Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;
Ziyâ-rîz-i hakîkat bir seher tavrında müstakbel,
Gelir fevkınden eyler sermedî binlerce nûr îsâr.
Derâgûş etmek ister nâzenîn-i bezm-i lâhûtu:
Kol açmış her menârı sanki bir ümmîd-i cür'etkâr!
O revzenler, nazarlardan nihân dîdâra müstağrak,
Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrâr.
Bu kudsî ma'bedin üstünde tâbân fevc fevc ervâh
Bu ulvî kubbenin altında cûşan mevc mevc envâr.
Tecessüd eylemiş gûyâ ki subhun rûh-i mahmûru;
Semâdan yâhud inmiş hâke, Sînâ-reng olup, Dîdâr!
Tabiat perde-pûş-i zulmet olmuş, hâbe dalmışken,
O, gûya kalb-i nûrânîsidir leylin, durur bîdâr.
Evet bir kalbdir, bir kalb-i cûşâcûş-i âşıktır,
Ki cevfinden demâdem yükselir bin nâle-i ezkâr.
Nümâyan cebhesinden Sadr-ı İslâm'ın meâlîsi:
O sadrın feyz-i enfâsıyle gûyâ bir yığın ahcâr,
Kıyâm etmiş de, yükselmiş de bir timsâl-i nûr olmuş.
Nasıl timsâl-i nûr olmaz? Şu pek sâkin duran dîvâr,
Asırlar geçti hâlâ bâtılın pîş-i hücûmunda,
Göğüs germektedir, bir kerre olsun olmadan bîzâr:
Bu bir ma'bed değil, Mâ'bûd'a yükselmiş ibâdettir;
Bu bir manzar değil, dîdâra vâsıl mevkib-i enzâr.
Semâdan inmemiştir, şüphesiz, lâkin semâvîdir:
Zemînî olmayan bir cilve-i feyyâzı hâvîdir.
*
* *
Bir infilâk-ı safâdır ki yâr-ı cânımdır,
Sabâhı pek severim, en güzel zamânımdır.
Ridâ-yı leyli henüz açmamıştı dest-i semâ;
Sabâ da hâb-ı sükûndan ayılmamıştı daha,
Fezâ yı rûhda aksetti, es-salâ-perdâz
Müezzinin dem-i mahmûru, bir hazîn âvâz.
İçimde cûş ederek lücce lücce istiğrâk,
Ezânı beklemez oldum; açılmadan âfâk,
Zalâmı sîneye çekmiş yatan sokaklardan
Kemâl-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan
Göründü; Fâtih'e gelmiştim anladım, azıcık
Gidince, ma'bede baktım ki bekliyor uyanık!
Sokuldum artık onun sîne-i münevverine,
Oturdum öndeki maksûreciklerin birine.
Fezâ-yı ma'bedin encüm-nümâ meşâ'ilini,
O lem'a lem'a dizilmiş ziyâ kavâfilini
Görünce geldi çocukluk zamanlarım yâda...
Neler düşündüm o sâ'atte bilseniz orada!
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: "Bu gece,
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun,
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!"
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.
Namâza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,
Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde!
Hayâl otuz sene evvelki hâli pîşimden
Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben:
Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak;
Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak;
Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;
Yanında bir küçücek kızcağızla pek yaramaz
Yeşil sarıklı bir oğlan ki: Başta püskül yok.
İmâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk!
Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır;
Biraz geçer, yine râyet misâli dalgalanır!
Koçar koşar duramaz... âkıbet denir "âmîn"
Namaz biter. O zaman kalkarak o pîr-i güzîn,
Alır çocuklar, oğlan fener çeker önde,
Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde
Derin bir uykuya...
Derken bu hâtırât-ı lâtîf
Çekildi aslına, artık hakîkatin o kesîf
Likâsı başladı karşımda cilve eylemeye;
Zaman da kalmadı zâten hayâli dinlemeye:
Sağım, solum, önüm, arkam huşû'a müstağrak
Zılâl-i âdem iken, bir sadâ bülend olarak,
O kâinât-ı huzu'u yerinden oynattı;
Fezâ-yı mahşere döndürdü gitti eb'âdı!
Sufûf ayakta müselsel cibâl-i velveledâr
Gibiydi. Her birisinden duyuldu sîne-fıkâr,
Birer enîn-i tazarru ; birer niyâz-ı hazîn,
Ki kalb-i rahmeti sızlattı şüphesiz o enîn!
Eğildi sonra o dağlar Huzûr-i İzzet'te;
Göründü sonra o dağlar zemîn-i haşyette!
İnayetiyle Hudâ kaldırınca her birini,
Semâya doğru o dağlar da açtı ellerini.
O anda koptu yüreklerden öyle bir feryâd,
Ki rûhum eyliyecek tâ ebed o dehşeti yâd.
Kesildi bir aralık inleyen hazin âvâz...
Ne oldu Arş'a kadar yükselen o sûz ü güdâz?
O çûş içindeki îman?
Evet, hurûş ederek işte rahmet-i Subbûh,
Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir rûh:
Rûh-i itmînan.
MEHMET AKİF ERSOY
GEÇİNME BELÂSI
"Ömr-i girânmâye der in sarf şüd
Tâ çihorem sayf, çipûşem şitâ!"* Sâdî
Doksan senelik ömre, İlâhî, bu mu gâyet?
Bilmem ki ne âlem bu cedel-gâh-ı maîşet!
Korkunç oluyor böyle hakîkatleri, gerçek,
Sa'dî gibi bir asr-ı fazîletten işitmek.
Sa'dî o kadar felsefesiyle, hüneriyle,
Fikrindeki hürriyet-i fevka'l-beşeriyle
Esbâb-ı maîşet denilen kayda girerse,
Yâd etmesin âzâdeliğin nâmını kimse.
İnsan ki çıkar perde-i mektûm-i ademden,
Tâ sahne-i hestîde zuhûr ettiği demden,
İkmâle kadar fâcia-i devr-i hayâtı,
Anlatmaya mahkûm ne mühlik akabâtı!
Zannetme ölüm şahsına bir kerre muhâcim...
Bin kerre olur günde o düşmenle müzâhim.
Âvâre beşer sâha-i gabrâya düşünce,
Etrafına binlerce devâhî üşüşünce
Meydan mı bulur râhatı esbâbını celbe?
Başlar o cılız kolları dünya ile harbe!
Kaynar güneşin âteşi mihrâk-ı serinde;
Karlar buz olur hep beden-i bî-siperinde.
Medhûş nigâhında köpürdükçe denizler;
Beyninde bütün dalgalar öttükçe mükerrer;
Sâhilden uzansam, der, eder tayy-i merâhil;
Lâkin onu bilmez ki uzaklar daha sâil:
Dağlar o nihâyetsiz olan silsilesiyle,
Ormanlar o dünyâyı tutan velvelesiyle,
Emvâc-ı serâbıyle, vuhûşuyle bevâdî,
Her hatve-i azminde olur ye'sine bâdî.
Fevkınde semâvâtın o ecrâm-ı mehîbi;
Pîşinde zemînin o temâsîl-i acîbi;
Bîçâreyi medhuş ederek her nefesinde,
Muztar bırakır mün'adim olmak hevesinde.
Lâkin bu heves bir heves-i dîgere mağlûb:
İnsan yaşamak hırs-ı cibillîsine meclûb.
Her devresi bir devr-i azâb olsa hayâtın,
Râzîsi değildir yine bir türlü memâtın!
Ömr olsa da binlerce tekâlif ile meşhûn,
İnsan yaşamaktan yine memnun, yine memnun!
Artık neye mevkûf ise te'mîn-i bekâsı,
Yalnız ona masrûf olur âvâre kuvâsı.
Durmaz boğuşur bunca muhâcimlere rağmen,
Düşmez o mesâî denilen seyfı elinden.
Çıplaktır o, ister ki soğuklarda ısınsın;
Bir dam çatarak her gece altında barınsın.
İster yiyecek şey, giyecek şey, yakacak şey ..
Bin türlü havâic daha var bunlara der pey.
Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda,
Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda.
Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır...
Lâkin bunun altında ne maksad olacaktır?
Heyhât, onu idrâk için i'mâl-i hayâle
Yok vakti: Bütün demleri mevkûf cidâle!
İnsan ki onun rûh ile insanlığı kâim,
Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim;
Gelseydi eğer rûhunu i'lâya da nevbet,
Anlardı nedir, belki, hayâtındaki gâyet.
Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-ı âlem,
Hilkat kalıversin, diye bir ukde-i mübhem,
Daldırmada insanları hâcât-ı hayâta,
Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta.
Ömrün öteden berk-süvârâne şitâbı,
Iyşin beriden lâzım-ı bî-hadd ü hesâbı,
Göstermede dünyâya, nedir maksad-ı Hâlik...
"Kimden kime şekvâ edelim biz de şaşırdık!"
* "Değerli ömrüm, yazın ne yiyeyim kışın ne giyeyim derken harcandı gitti.”
MEHMET AKİF ERSOY
HASTA
"Vak’a Halkalı Ziraat Mektebi’nde geçmiştir."
- Bence Doktor, onu siz bir soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
Sade bir nezle-i sadriyyemi illet ? Nerede?
Çocuğun hâli fenalaştı son günlerde,
Ameliyyâta çıkarken sınıf on gün evvel,
Bu da gelmez mi ? Dedim "Kim dedi, oğlum sana gel?
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan;
Hadi yavrum , hadi söz dinle de bir parça uzan."
O zamandan beridir za'fi terakki ediyor;
Görünen : bir daha kalkınması artık pek zor;
Uyku yokmuş ; gece hep öksürüyormuş; ateşin
Olmuyormuş biraz dindiği...
- Ben zaten işin,
Bir ay evvel biliyordum ne vahîm olduğunu
Bana ihtâra ne hâcet , a beyim. Simdi bunu?
Ma'amâfih yeniden bakalım dikkatle:
Hükmü kat'î verelim, etmeye gelmez acele.
- Çağırın hastayı gelsin.
Kapının perdesini,
Açarak girdi o esnada düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk.. Lâkin o bir levha idi!
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedî,
Rengi uçmuş yüzünün , gözleri çökmüş içeri.
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.
O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış;
Fırlamış alnı , damarlarla berâber çıkmış,
Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebâb;
O yanaklar iki solgun güle dönmüş , bîtâb!
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!
Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı;
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.
- Otur oğlum seni dikkatlice bir dinliyelim …
Soyun evvelce, fakat …
- Siz soyunuz yok hâlim!
Soydu bîçâreyi üç-beş kişi birden, o zaman
Aldı bir heykel-i üryân-i sefâlet meydan!
Bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti :
Yoktu. Zannımca tabibin coşarak merhameti,
"Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki" diye;
Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemiye:
Öksür Oğlum … Nefes al…Oldu , giyin;
Bakayım nabzına... A’ la... Sana yavrum, kodein
Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir…
Arsenik hapları al, söylerim eczâcı verir.
Hadi git, kendine iy bak…
- Nasıl ettin doktor?
- Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!
Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş;
Hastalık seyr-i tabîisini almış yürümüş.
Devr-i sâlisteki âsârı o mel'un marazin
Var tamamıyle , değil hiçbir eksik arazın.
Bütün a'râz, şehîkiyle, zefîriyle…
- Yeter !
Hastanın çehresi meydan da ya! İnsanda meğer
Olmasın his denilen şey.. O değil, lâkin biz
Bunu " tebdîl-i hava " der de nasıl göndeririz?
Şurda üç beş günü var.. Gönderelim yolda ölür…
"Git!" demek, hem, düşünürsek ne büyük bir züldür!
Hadi göndermiyelim .. Var mı fakat imkânı?
Kime dert anlatırız? Bulsana derdi anlayanı!
- Sözünüz doğru, Müdür Bey; ne yapıp yapmalı; tek
Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek,
Daha bir hafta yaşar, sonra sirâyet de olur;
Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma'zur.
- Bir mübassir çağırın.
- Buyrun efendim.
- Bana bak:
Hastanın gitmesi herhalde muvâfık olacak.
"Sana tebdîl-i hava tavsiye etmiş doktor.
Gezmiş olsan açılırsın.." diye bir fikrini sor.
"İstemem!" de o, fakat dinleme , iknâa çalış;
Kim bilir, belki de bîçâre çocuk anlamamış?
* *
*
- Şimdi tebdîl-i hava var mı benim istediğim?
Bırakın hâlime artık beni, rahat öleyim!
Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün
Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün
Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden.
"Öleceksin!" diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben,
Kimsesiz bir çocuğum, nerde gider yer bulurum?
Etmeyin, sokaklarda perişan olurum!
Anam ölmüş, babamın bilmiyorum hiç yüzünü;
Kardeşim var, o da lâkin bana dikmiş gözünü:
Sanki âtîdeki mevhûm refâhım giderek,
Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek!
Kardeşim! Kurduğun âmâli devirmekte ölüm;
Beni göm hufre-i nisyâna, ben artık öldüm!
Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum.
Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz: Mağdurum!
O kadar sa'y-i belîğin bu sefâlet mi sonu?
Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,
Çalışıp ömrümü çılgınca hebâ etmezdim,
Ben bu müstakbele mâzîmi feda etmezdim!
Merhamet bilmeyen insanlara bak, yâ Rabbi,
Koğuyorlar beni bir sâil-i âvâre gibi!
- Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.
"İstemem, yollamayın" dersen eğer, kal, yalnız...
Hastasın..
- Hem veremim! Söyle, ne var saklayacak!
- Yok canım, öyle deği…
- Öyle ya herkes ahmak,
Bırakırlar mı , eğer gitmemiş olsam acaba!
Doğrudur, gitmeliyim... Koşturunuz bir araba.
Son sınıftan iki vicdanlı refîkin koluna
Dayanıp çıktı o bîçâre, sefâlet yoluna.
Atarak arkaya bir lemba-i lebrîz-i elem,
Onu teb'id edecek paytona yaklaştı "verem!"
Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,
Öptüler girye-i mâtem dökerek gözlerini;
- Çekiver doğruca istasyona…
- Yok, yok, beni tâ,
Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki; Gurabâ,
- Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada -
Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!
MEHMET AKİF ERSOY
HÜSÂM EFENDİ HOCA
Nasılsa ismini duymuş ki bendegânından,
Hüsâm Efendi’yi aldırmak istemiş Sultan.
İrâdeler geledursun, o, i’tizâr ederek,
Saray civârına yaklaşmamış, değil gitmek.
Bu izz ü nâz üzerinden epey zaman geçmiş;
Günün birinde, Beşiktaş taraflarında bir iş,
Sürüklemiş o havâlîye Mesnevî-hânı.
Duyunca vaka’yı Abdülmecîd’in erkânı,
“Çağırtalım mı?” demişler; “evet” demiş, Hünkâr;
Takım takım yola çıkmış hemen silâhşorlar.
Hüsâm Efendi henüz Dolmabahçe’lerde iken,
Gelip yetişmiş adamlar, üçer beşer, geriden.
— Efendimiz bizi gönderdi, çok selâm ediyor;
“Görüşmek istiyorum, kendi istemez mi?” diyor.
Uzun değil ki saray, işte dört adımlık yer;
Hemen dönün, gidelim, hiç düşünmeyin bu sefer!
Dönün, ricâ ederiz...
— Dinleyin, sabırlı olun:
Ben elli beş senedir teptiğim yegâne yolun,
Henüz sonundan uzakken, tükendi gitti ömür;
Tutup da bir geri döndüm mü, yandığım gündür!
Hilvan, 4 Şubat 1341 (1925)
MEHMET AKİF ERSOY
HÜSRAN
Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslam'ı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak,
Ben zaten uzunboylu düşünmekten uzaktım!
Haykır! 'Kime, lâkin? Hani sâhibleri yurdun?
Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;
Feryâdımı artık boğarak, naş'ını tuttum,
Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım.
Seller gibi vâdîyi enînim saracakken,
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler 'Safahat'ımdaki hüsran bile sessiz!
İstanbul, Teşrinievvel 1335 (1919)
Geri Antoloji Arkadaşına Gönder Yukarı
MEHMET AKİF ERSOY
İSTİĞRAK
Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-nâpeydâ:
Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ;
Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-i zulmetten;
Gidilmez... Her adim attikça bir girdâb olur rehzen;
O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-i âvâre
Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre;
Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım;
Görün bir kerre zîrâ pek karanlık oldu âfâkım!
Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman:
Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan;
Ölüm var, kurtuluş yok sâhil-i imdâd uzaklarda;
Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda.
O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse,
Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse
Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde
Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde.
Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr;
Tahayyül eyle yâhud bir yetîm-i hânüman-mehcûr;
O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından;
Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından;
Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir.
Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz -i mübînindir:
Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir:
Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir.
Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda;
Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda.
Leyâlin sînesinde hâbe dalmış nâzenîn eshâr,
Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr.
Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayrette
Yüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette.
Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın:
Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdârın.
Çekilmek istemiş de subh-dem bir cây-ı tenhâya,
Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya.
Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hâttâ
Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ.
Derin bir samte müstağrak leb-i deryâda hiç ses yok...
Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk!
O ferş-i nîlgûn üstünde, tıfl-ı nâzenin-vâri,
Uyurken dâye-i bîdar-ı subhun tıfl-ı envârı;
Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindan
Görünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen.
Teâlî eyleyince birzaman bâlâ-yı kudrette,
Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette.
Bu cûşişler o dagın havz-ı simîni uyandırdı;
Sabâ enfâs-ı sevdâ perveriyle dalgalandırdı.
Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhilden
Demâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, birşîven.
Kulak verdim o âhenge: Meğer âheng-i şi'rinmiş!
O cûşiş-zâr olan kulzüm senin ummân-ı fikrinmiş,
Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru:
O menba'dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.
Tecellî etti artık anladım: Sensin bütün dünyâ..
Bu senlikte fakat ey yâr-ı gaib, ben neyim âyâ?
MEHMET AKİF ERSOY
İSTİKLÂL MARŞI
- Kahraman Ordumuza -
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakkı'ın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Rûhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar - ki şahâdetleri dinin temeli -
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
MEHMET AKİF ERSOY
ÜSTAD:SENİN ŞİİRLERİNİ OKUYUNCA ŞAİR UTANIR ŞAİRLİĞİNDEN....
AB
17 MAYIS 2008 CUMARTESİ
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 13,00 38,10
2 SELENA [NET] ATV 3,90 12,10
3 GENCO [NET] KAND 3,20 9,80
4 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,10 15,50
5 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 3,10 10,10
6 MENEKSE ILE HALIL [NET] KAND 3,10 9,30
7 STAR ANA HABER BULTENI [NET] STAR 3,00 14,50
8 VAZGEC GONLUM [NET] STAR 3,00 9,30
9 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 2,90 14,20
10 SPOR GUNDEMI KAND 2,50 10,50
11 STAR SPOR STAR 2,30 9,40
12 TATLI BELA ''FADIME'' [NET] STAR 2,20 6,60
13 ANINDA GORUNTU SHOW [NET] FOX 2,10 10,30
14 HAKKINI HELAL ET [NET] STV 2,10 7,20
15 MUCIZELER GECESI [NET] K1 2,10 5,80
16 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,00 8,30
17 AYNA [NET] STV 1,90 6,60
18 LIMON AGACI [NET] ATV 1,90 5,90
19 BEZ BEBEK (TKR)-SABAH [NET] FOX 1,70 12,80
20 ALTIN ADIMLAR [NET] TRT1 1,70 5,10
21 ALTIN ADIMLAR (PERFORMANS) [NET] TRT1 1,70 4,80
22 SAYISAL LOTO CEKILISI TRT1 1,70 4,60
23 PROBLEM COCUK 2 (Y.S) [NET] K1 1,60 10,80
24 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 1,60 8,30
25 ALTIN ADIMLAR (FINAL) TRT1 1,60 5,50
TOTAL
17 MAYIS 2008 CUMARTESİ
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 11,80 35,50
2 SELENA [NET] ATV 4,80 14,90
3 MENEKSE ILE HALIL [NET] KAND 4,20 13,50
4 GENCO [NET] KAND 4,00 12,60
5 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 3,50 17,80
6 VAZGEC GONLUM [NET] STAR 3,50 12,00
7 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,20 16,60
8 TATLI BELA ''FADIME'' [NET] STAR 3,20 9,60
9 MAHMUT TUNCER SHOW (NIKAH) [NET] KAN7 2,70 11,50
10 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 2,70 9,90
11 SPOR GUNDEMI KAND 2,40 10,30
12 STAR ANA HABER BULTENI [NET] STAR 2,30 11,70
13 MUCIZELER GECESI [NET] K1 2,30 6,80
14 KOROGLU (T.S) [NET] STV 2,30 6,50
15 HAKKINI HELAL ET [NET] STV 2,20 7,70
16 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 2,10 10,80
17 MAHMUT TUNCER SHOW [NET] KAN7 2,10 6,10
18 BEZ BEBEK (TKR)-SABAH [NET] FOX 2,00 14,70
19 KANAL 7 HAFTASONU HABERLERI KAN7 2,00 12,30
20 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,00 8,30
21 KARDELEN. [NET] K1 1,90 6,30
22 BEZ BEBEK (TKR) [NET] FOX 1,70 13,90
23 SAHANE SHOW [NET] SHOW 1,70 13,40
24 STAR SPOR STAR 1,70 7,00
25 SELENA (TKR) [NET] ATV 1,60 11,50
KOCAKARI İLE ÖMER
Üstâd-ı necîbim Ali Ekrem Bey'e
Yok ya Abbâs'ı bilmeyen, kimdi?...
O sahâbîyi dinleyin, şimdi:
"Bir karanlık geceydi pek de ayaz...
İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyân,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a'râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?
- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...
Gel beraber, benimle, üç beş adım.
Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor bî-haber içerdekiler
Geçmedik en harâb bir yapıyı,
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.
Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
- Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selamı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.
- Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
- Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...
- O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
- Yemek mi? Çömleği sen,
Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
- Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
Tek erkeğin de mi yok?
- Hepsi öldü... Kimsem yok.
- Senin midir bu küçükler?
- Torunlarım.
- Ne de çok!
Adam, Emîre gidip söylemez mi hâlini?
- Ah!
Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
- Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?
- Ya ben yetîm avuturken Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
- Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
- Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...
"Gazâ! Gazâ!" diye git, soy cihânı, gel paylaş!
Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;
- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!
- Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver...
- Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!
Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,
Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
Ömer vuruldu bu son sözle...
- Haklısın, teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.
Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.
- Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?
- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!
Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer Halîfe iken başka kim çıkar mes'ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?
Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!
Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
- Uzak mı yol? Daha çok var mı?
- Ancak üç beş adım.
Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
- Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı,
Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: ocak
Hemen sönüp gidecek...
- Teyze, yok mu hiç yakacak?
Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ yı târumâriyle,
Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nûrundan!
Ocak tutuştu, yemek pişti;
- Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim...
- Var büyükçe bir kap, alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!
Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
Dedim:
- Sabâh oluyor kalkalım...
- Evet, haydi!
Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.
Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık.
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halîfe'nin evine.
"Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."
Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledâr
Uyuyan şehri kâmilen bîdâr
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
- Galiba, teyze, uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi affeyledin değil mi beni?
- Böyle göster fakat adâletini.
MEHMET AKİF ERSOY
KÜFE
Beş on gün oldu ki, mu'tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul'un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
- Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden -
O sâlhûrde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
- Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
- Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden yavrum? Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?"
Dedim ki ben de:
- Ayol dinle annenin sözünü...
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
- Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
- Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
- Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...
Adın nedir senin, oğlum?
- Hasan.
- Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
- Küfeyle öyle mi?
- Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
- Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
- Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih'e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında âbâni,
Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetîm...
Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak...
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!
Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.
Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;
Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.
Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!
O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan
Bir elliden mütecâviz çocuk ki, muntazaman
Geçerken eylediler ihtiyârı vakfe-güzin...
Hasan'la karşılaşırken bu sahne oldu hâzin;
Evet, bu yavruların hepsi, pür sürûd-i şebâb,
Eder dururdu birer âşiyân-ı nûra şitâb.
Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzârında-
İlel'ebed çekecek dûş-i ıztırârında!
O, yük değil, kaderin bir cezâsı ma'sûma...
Yazık, günâhı nedir, bilmeyen şu mahkûma!
MEHMET AKİF ERSOY
MAHALLE KAHVESİ
Kardeşim Hüseyin Avni'ye
"Mahalle kahvesi!" Osmanlılar bilir ne demek?
Tasavvur etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu "sinsi cânîler,
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,
Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen
Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
Sakın firengiye benzetmeyin fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür...
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
Yatar zemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
O hâtırâtı sakın sanmayın: meâlîdir;
Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalınız,
Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
Fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Bütün heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.
Kanalların izi yok köprüler harâb olmuş;
Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmalı zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
"Hayât-ı âile" isminde bir ma'îşet var;
Sa'âdet ancak odur... dense hangimiz anlar ?
Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhât!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
Sıkıldın öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;
Önünde tahta mı, toprak mı? Sorma, pis bir eşik.
Şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;
Ahırla farkı: O yemliklidir, bu yemliksiz!.
Zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş..
"İmiş "le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş,
O bir karış kirin altında hângi mâden var?
Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,
Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
Duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden.
Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,
Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
Şu var ki bilmeyen insan görürse birden eğer,
"Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!" der:
Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
Tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:
Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
Zavallının, güveden, liyme liyme hep sırtı.
Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;
Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
Onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle,
Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!
Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!
Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;
Onun yanında, kan almak için, beş on boynuz.
İkinci katta bütün kerpetenler, usturalar...
Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem perukâr!
İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
Uzun lâkırdıya hâcet ne? İşte mosturası;
Çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,
Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;
Birer mezâra işâret düşün ki, her kandil!
Üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.
Sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.
Duvarda türlü resimler: alındı Çamlıbeli,
Kaçırmış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
Arab Üzengi'ye çalmış Şah İsmail gürzü;
Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
Firaklıdır Kerem'in "Of?" der demez yanışı,
Fakat şu "Âh mine'l-aşk"a kim durur karşı?
Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın
Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhâd'ın!
Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,
Beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
Bakındı bak Hacı Bektâş'a: Deh demiş duvara!
Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
Birer birer oku mümkünse, sonra ma'nâ ver...
Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!
Oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
Elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir, anlatamam.
Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
Beyaz mı taşları, yâhud siyah mı? hiç sorma?
Hutûtu: Gâyr-i muayyen hudûdu memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin;
Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
Delikli çekmece var ha! Demirbaş eşyâdan;
Yanında bir de kulaksız Tekir.. Unutma aman!
Asıldı bey koza!
- Besbelli, bak sırıttı aval;
- Bacak elinde mi?
- Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
- Ulan! Kapakta imiş dağlı... Hay köpoğlu köpek!
- Köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!
- Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
- Halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!
- Cihâr ü yek mi o taş?
- Hiç sıkılma öldü dü-şeş!
- Elimde yok mu diyor? Çek babam!
- Aman şeş-beş!
- Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
- Bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
- Dü-beşle bağlıyorum.
- Yağma yok!
- Elindeki ne?
- Se-yek.
- Aman durun öyleyse: Penc ü yek domine!
- Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
Kırık mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?
- Kırık!
- Değil!
- Alimallah kırık!
- Değil billâh
- Yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
- Karışmasan için olmaz değil mi? Sen de bunak!
- Gelirsem öğretirim şimdi...
- Ay şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
Bir üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
- Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
- Herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
- Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
Küfürbaz alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
- Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Ağa?.
- Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
Mezarcı Mahmud'a ha? Vay babasının canına.
Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
"Otur", demezseler elpençe sâde dinlerdik;
"Hayır, bu böyle değildir" demek, ne haddimize!
"Evet", desek bile derlerdi: "Sus behey geveze"
- Otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı
Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi çünkü karı!
Bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
Odun yemez iyi bil ha! Geberse karşı koyar.
Geçende dövmek için yoklayım dedim Kerim'i...
Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
Dayak eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
- Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz Bekir, bu ne iş?
Döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
Ben öyle terbiye oldum... Kolay mı insanlık?
- Dokundurur mu, ne mümkün, eloğlu hiç adama?
O müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!
Gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
Zavallı, açmaza düşmüş... Bakın hesaplamaya!
Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
Rakîbi halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.
Seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
Düşünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
Kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe,
Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
Al işte: "Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
Taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!
Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
Zemîne dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
Abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
- Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
- Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı!
-Çocuğ', ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
Sokak sokak geziyor...
- Koymuyor mu medreseye?
- Koyar mı hiç? Arabî şimdi kim okur artık?
- Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!
- Binâ'ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
İlim de kalmadı...
- Zâten ne kaldı? Hiç bir şey.
- Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;
Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi... Keyfinize!
- On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
Geçende, sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
Dedim, "Ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,
Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim."
- Nasıl, becerdi mi?
- Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,
Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
- Nedir elindeki yâhuu?
- Ceride.
- At şu pisi.
- Neden?
- Yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.
- Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu Volkan'cı,
Unuttunuz mu?
- Bırak boşboğazlık etme Hacı!
Şu karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
- Hayır, demem o değil...
- Durma sen belânı ara!
- Canım lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?
- Biraz rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!
Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...
Meğer geğirti imiş.
- Pek şifâlı şey şu hıyar.
Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
- Evet şifâlı yemiştir...
- Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
- Günâha girme. Tefâsîrde öyle yazmışlar...
Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var:
- Hasan, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
Görünmüyor?
- Karı koyvermiyor. Herif, kılıbık.
- Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...
Laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
- Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
Adem hesabına koymam bizim köroğlunu ben.
........................
........................
Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,
Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:
"Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar...
MEHMET AKİF ERSOY
MEYHANE
Hurûşan bâd-ı süfliyyet derûnundan, kenârından;
Girîzan rûh-i ulviyyet harîminden, civârından.
Çıkar bin nâle-i nevmîd hâk-i ra’şe-dârından,
İner bin zulmet-i makber fezâ-yı şeb-nisârından.
Gelir feryâdlar ebkem duran her seng-i zârından:
Yıkılmış hânümanlar sanki çıkmış da mezârından,
Dehân-ı hasret açmış rahnedâr olmuş cidârından!
Çöker bir dûd-i mâtem titreyen kandîl-i târından:
Sönüp gitmiş ocaklar yükselir gûyâ gubârından!
Giren bir kerre nâdimdir hayât-ı müsteârından;
Çıkan âvâredir artık cihânın kâr ü bârından.
Dökülmüş âb-rûlar bâde-i pesmande hâlinde...
Emel bir münkesir peymânedir saff-ı niâlinde!
Boğulmuş rûh-i insanî şarâbın mevc-i âlinde.
Nümâyan mel’anet sâkîsinin çirkin cemâlinde!
Ne mâzî var, ne âtî, bak şu ayyâşın hayâlinde...
Tutup bir zehr-i âteşnâk dest-i bî-mecâlinde,
Zevâl-i ömrü bekler hem şebâbın tâ kemâlinde!
Merâret intıbâ’ etmiş cebîn-i infiâlinde...
Derin bir iltivânın sîne-i zerd-i melâlinde
Odur ancak hüveydâ ser-nüvişt-i bî-meâlinde,
Müebbed bir de nisyan nazra-i sengîn-i lâlinde.
Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.
Bitince bir sıra ev, sonra bir de vîrâne,
Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhâne.
Basık tavanlı, karanlık, sefîl bir dükkân;
İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan
Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.
Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle,
Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle,
Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgâhlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.
Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba...
Önünde bir küme: fes, takke, hırka, salta, aba
Kımıldanıp duruyorken, sefîl bir sohbet,
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:
- Kuzum Dimitri, bu aksam biraz ziyâdece ver...
- Ziyâde, anladık amma ya içtiğin şişeler?
- Çizersin...
- Öyle mi? Lâkin, silinmiyor çetele!
Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu...
- Hele!
- Bizim peşin paramız... Anladın mı dün kuruşu?
- Ayol tükendi mezem... Bari koy biraz turşu.
Arattı kendini ustan... Dinince dinlersin!
- Hasan be, sende nasıl nazlı nazlı söylersin!
Nedir o türkü... Aman başka yok mu?... Hah, şöyle!
- Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle.
- Nevâzil olmuşum, Ahmed, bırak sesim yok hiç...
- Sesin mi yok? Açılır şimdi: bir imam suyu iç!
- Yarin ne istesin Osman?
- Ne işteyim... Burada!
- Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada?
- O kim gelen?
- Baba Arif.
- Sakallı, gel bakalım...
Yanaş.
- Selamünaleyküm.
- Otur biraz çakalım...
- Dimitri, hey parasız geldi sanma, işte para!
- Ey anladık a kuzum...
- Sar be yoldaşım cıgara...
- Aman bizim Baba Ârif susuz musuz içiyor!
- Onun bi dalgası olmak gerek: tünel geçiyor.
- Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicik sızarsın ha!
- Sızarsa mis gibi yer, yetmemiş adam değil a.
Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı,
Ağız, burun hele sesler bütün karışmıştı;
Dikildi ağzına baktım, açık duran kapının,
Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.
Beş on dakika süren bir düşünceden sonra,
Kadın girdi o zulmet-serâ-yi menfûra.
Gözünde ebr-i teessür, yüzünde hûn-i hicâb,
Vücûdu ra'şe-i nâ-çâr-ı ye's içinde harâb,
Teveccüh eyleyerek sonradan gelen babaya:
-Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!
Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık...
Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık!
Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sâde;
Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde?
Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa!
Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksa!
Zavallı ben... Çamaşır, tahta, her gün uğraş da,
Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta!
O tahtalar, çamaşırlar da geçti, yok hâlim...
Ayakta sallanışım zorlanır Hudâ âlim!
Çalışmadın, beni hep bunca yıl çalıştırdın;
O yavrucakları çıplak, sefil alıştırdın;
Bilir mahalleli kim, aldığın zamanda beni,
Çehiz çimenle donatmıştı beybabam evini.
Ne oldu şimdi o eşyâ? Satıp kumarda yedin!
Evet, kumarda yedin, hem de Karşılar’da yedin!
Kızın yetişti, alan yok, nasıl olur ki? Soran
“Şu sarhoşun kızı İffet değil mi? Vazgeç aman!”
Diyen kadınlara; “Pek doğru, pek” deyip gidiyor.
Bu söz zavallıyı bilsen ne türlü incitiyor!
Benim güzel meleğim, hiç de tâli’in yokmuş:
Anan benim gibi sersem; babansa bir sarhoş!
Necip de minderi koltukta geldi mektepten...
Demiş ki kalfa: “Sekiz aydır almadım hele ben
Ne haftalık, ne de aylık... Senin baban olacak
Kumarcı, oğlu için az yesin de tutsun uşak!”
Koğuldum anne! deyip ağlıyor zavallı çocuk...
Ne yapsın annesi? Dünyâda bir güvendiği yok!
O bâri bir adam olsun da kalmasın câhil,
Demiştim olmadı... Lâkin kabâhat onda değil:
O her sabah okuyordu gürül gürül cüz'ünü;
Ayırmıyordu kitaptan ne olsa hiç gözünü.
Üç akşam oldu ki yoksun. Necip: Babam nerde!
Ben isterim onu mutlak, demez mi? Bak derde!
Sular karardı; bu sâatte hiç gezer mi kadın?
O, sarhoşun biri; tut kim sokak sokak aradın...
Nasıl bulursun a yavrum? Yarın gelir belki,
Dedim. Fakat çocuğun durmuyordu. Baktım ki
Avutmanın yolu yok; komşunun Hüseyn Ağ’yı
Alıp dolaşmadayım yatsı vakti dünyâyı.
Anam benim gibi evlâd doğurmaz olsaydı,
Bu hâli görmeden evvel gözüm yumulsaydı!
Herif! Şu hâlime bak, merhametli ol azıcık...
Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık.
Efendiler, ağalar, siz de bir nasîhat edin,
Sizin belki var evlâdınız...
- Hasan, ne dedin?
- Bırak, köpoğlu kadın amma çalçeneymiş hâ!
- Benimki çok daha fazlaydı.
- Etme!
- Elbet ya!
Onun için boşadım. Sen işitmedin mi Halim?
- Kadın lâkırdısı girmez kulağıma zâti benim.
Senin kadın dediğin âdetâ pabuç gibidir:
Biraz vakti taşınır, sonradan değiştirilir.
Kadın bu sözleri duymaz, tazallüm eylerdi;
Herif mezar taşı tavriyle sâde dinlerdi;
Açıldı ağzı nihâyet, açılmaz olsa idi!
Taşıp döküldü, içinden şu lâ'net-i ebedî:
- Cehennem ol seni hınzır orospu, git: Boşsun!
- Ben anladım işi, sen komşu, iyce sarhoşsun;
Ayıltınız şunu yahut!
- ilişmeyin!
- Bırakın!
Herif ayıldı mı, bilmem, düşüp bayıldı kadın!
MEHMET AKİF ERSOY
MÜSLÜMANLIK NERDE BİZDEN GEÇMİŞ İNSANLIK BİLE...
“Kim Müslümanların derdini kendine mâl
etmezse onlardan değildir” (Hadîs-i Şerif)
Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem dursun o pâyansız mefâhir bir yana...
Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!
Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr.
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!...
“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş nâ’rası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanmışlar yutmadan son lokmayı!..
Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;
Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!
13 Haziran 1329 (1913)
MEHMET AKİF ERSOY
NE ESER, NE DE SEMER
"Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: eseri;
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet: semeri"
Atalar böyle buyurmuş, diye, binlerce alın,
Ne tehâlükle döker, döktüğü bîçâre teri!
Şu bekâ hırsına akıl erdiremem, bir türlü,
Sorsalar, bence, temâyüllerin en derbederi:
Hadi, toprakta silinmez bir izin var, ne çıkar,
Bağlı oldukça telâkkîye hakîkî değeri?
Dün, beyinlerde kıyâmet koparan "hikmet" i al,
Bugünün zevkine sor: beş para etmez ciğeri,
Gündüzün, başların sütünde gezen "şâh-eser" in,
Gece, şâyet arasan, mezbeledir belki yeri !
İsteyen almaya baksın boyunun ölçüsünü,
Geri dur sen ki, peşiman, atılanlar ileri.
Bilirim: "Hep de semermiş!" diyecek istikbâl,
Tekmelerken su kabarmış sıra kumbeltileri.
O ne çok bilmiş adamdır ki: Gider sessizce,
Ne esermiş, ne semer, kimsenin olamaz haberi !
Hilvan, 21 Mart 1346 (1930)
MEHMET AKİF ERSOY
OLMAZ YA... TABİİ... BİRİ İNSAN, BİRİ HAYVAN!
'Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu? ' (Zümer, 9)
Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan!
Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?
Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:
Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!
'Son-ders-i felâket' ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!
Zirâ, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;
Zirâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!
Coşkun, koca bir sel gibi, dâim beşeriyyet,
Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet.
Dağlar, uçurumlar, ona yol vermemek ister...
Lakin o, ne yüksek, ne de alçak demez örter!
Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak...
Elbet katılır... Hangisi ister geri kalmak?
Bizler ki bu müthiş, bu muazzam cereyanla
Uğraşmaktayız... Bak, ne kadar çılgınız anla!
Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın!
Kurşun gibi sür'atli, denizler gibi taşkın
Bir çağlayanın menba-i dehhâşına doğru
Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu!
Ey katre-i âvâre, bu cûşun, bu hurûşun
Âhengine uymazsan, emin ol, boğulursun!
Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,
Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık!
Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!
Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet...
Ey derd-i cehâlet, sana düşmekte bu millet,
Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs!
Ey sîne-i İslâm'a çöken kapkara kâbûs,
Ey hasm-i hakîkî, seni öldürmeli evvel:
Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el!
Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam'ı da "batsın!" diye tutmuş yediyorsun!
Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden...
Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?
Allah'tan utanmak da olur, ilim ile... Heyhât!
18 Cemaziyelevvel 1331 - 11 Nisan 1329 (1913)
MEHMET AKİF ERSOY
PEK HAZİN BİR MEVLİD GECESİ
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer'in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâ’sûm,
İslâm'ı bırakma böyle bîkes,
İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.
7 Receb 1331 - 30 Mayıs 1330 (1914)
MEHMET AKİF ERSOY
RESMİM İÇİN
Resmim İçin
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da, er geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?
Resmim İçin
Bir canlı izin varsa şu toprakta, silinmez;
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı.
Ey gölgeden ümmîd-i vefâ eyleyen insan!
Kaç gün seni hâtırlayacaktır şu karaltı?
Resmim İçin
Dış yüzüm öyle ağardıkça ağarmakta, fakat,
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası!
Beni kendimden utandırdı, hakikat şimdi,
Bana hiç benzemeyen sûretimin manzarası!
Resmim İçin
Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, birgün
Şu sağır kubbede, hâib, sesinin dindiğini!
Bu heyûlâya da bir kerrecik olsun bak ki,
Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini.
MEHMET AKİF ERSOY
RESSAM HAKLI!
Bir zaman vardı ya târîh-i mukaddes modası...
Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,
Mutlaka eski tesâvîr ile ziynetlensin,
Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin.
Biri peydâ olarak 'Ben yaparım' der, kolunu
Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu
Sıvar ammâ ne sıvar! sâhibi der:
- Usta bu ne?
Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!
- Bu resim, askeri basmakta iken Fir'anv'ın,
Bahr-i Ahmer* yarılıp geçmesidir Mûsâ'nın.
- Hani Mûsâ, be adam?
- Çıkmış efendim karaya...
- Fir'avun nerde?
- Boğulmuş.
- Ya bu kan rengi boya?
- Bahr-i Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!
- Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda!
* Bahr-i Ahmer = Kızıl Deniz
MEHMET AKİF ERSOY
SEYFİ BABA
Geçen akşam eve geldim. Dediler:
- Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
- Nesi varmış acaba?
- Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
- Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol!
Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol
Hem uzun, hem de bataktır...
- Daha a'lâ, kalınız
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak;
"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum! müteveffâyı bütün âferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrâfını tektük hisse.
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara;
Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;
Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;
Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;
Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, uryan,
Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan
Hânüman yoksulu binlerce sefilân-ı beşer;
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı;
O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları;
Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil!
Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil!
Ya o bîçâre de râhmet suyu nûş eyliyerek,
Hatm-i enfâs edivermez mi hemen "cız!" diyerek?
O zaman sâmi'anın, lâmisenin sevkıyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...
Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.
Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener
Geçiyor... Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem... İyi amma kapı zâten aralık...
Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık
Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,
Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,
Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:
- Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!
Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...
Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun.
Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.
Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!
O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,
Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,
Şâir olsam yine tasvîri otur bence muhâl:
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!
Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba.
- Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık, şunu, bir...
- Sen otur, ben ararım...
- Olsa içerdik, iyidir...
Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Başladım kaynatarak vemeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.
- Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
- Mehmed Ağ'nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktamıyayım... Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iç yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.
Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
- Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına...
Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,
Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!
MEHMET AKİF ERSOY
ŞARK
Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu,
Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bâzusu,
“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer
Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler,
Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar,
Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar;
Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar.
Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;
Tegallüpler, esâretler, tahakkümler, mezelletler;
Riyâlar; türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;
“Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar;
Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;
Emek mahrûmu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!...
Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;
Duyan yok, ses veren yok, bin perîşan yurda başvurdum.
Mezarlar, âhiretler, yükselen karşımda dûradûr;
Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr?
Derinlerden gelir feryâdı yüz binlerce âlâmın;
Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda İslâm’ın!
Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta;
Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon, cansa gırtlakta!
* *
*
İlâhi! Gördüğüm âlem mi insâniyetin mehdi?
Bütün umrânı târîhin bu çöllerden mi yükseldi?
Şu zâirsiz bucaklar mıydı vahdâniyetin yurdu?
Bu kumlardan mı, Allah’ım, nebîler fışkırıp durdu?
Henüz tek berk-ı îman çakmadan cevvinde dünyânın,
Bu göklerden mi, yâ Rap, coştu, sağnak sağnak, edyânın?
Serendip’ler şu sahiller mi, Cûdî'ler bu dağlar mı?
Bu iklîmin mi İbrahim’e yol gösterdi ecrâmı?
Haremler, Beyt-i Makdisler bu topraktan mı yoğruldu?
Bu vâdiler mi dem tuttukça bihûş etti Dâvûd'u?
Hirâ’lar, Tûr-ı Sinâ’lar bu âfâkın mı şehkârı?
Bu taşlardan mı, yer yer, taştı Rûh-ullah’ın esrârı?
* *
*
Cihânın Garb’ı vahşet-zâr iken, Şark’ında Karnak’lar,
Haremler, Sedd-i Çinler, Tak-ı Kisrâlar, Havernaklar,
İrem’ler, Sûr-ı Bâbil’ler semâ-peymâ değil miydi?
O mâziler, İlâhi, bir yıkık rüyâ mıdır şimdi?
Ne yapsın, nâ-ümid olsun mu Şark’ın intibâhından?
Perişan rûhumuz, hâib, dönerken bâr-gahından?
Bu heybetten usandık biz, bu hüsran artık elversin!
İlâhi, nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin,
Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden.
“Hayat elbette hakkımdır! ” desin, dünya “değil! ” derken.
İstanbul, 19 Eylül 1334 (1918)
MEHMET AKİF ERSOY
ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN
Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu toprak için can veren erler.
Hakk'ın bu velî kulları taş türbeye girmez,
Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler.
Hilvan, 27 Kûnunevvel 1340 (1924)
MEHMET AKİF ERSOY
TEBRİK
Tebrik
Velinimetim Emir Abbas Halim Paşa Hazretleri'ne
Gökten ay parçası hâlinde, rahmet güneşi,
İndi âfâka bu akşam, bu mübârek akşam.
Ebedî kandili yandıkça, Hüdâ'dan dilerim,
Parlasın dursun o iman senin alnında, Paşam.
Tebrik
Dört taraftan akın etmiş de, nasıl çepçevre,
Saracaklarsa yarın Kâbe'yi hüccâc-ı kirâm;
Öyle sarsın Paşa'mın ömrünü, Hak'tan dilerim,
Tutunup el ele yüzlerce mübârek bayram.
MEHMET AKİF ERSOY
TEVHİD YÂHUD FERYÂD
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim,
Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim!
Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler
Bir nokta kadar sahn-i muhîtinde tutar yer-
İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet...
Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet!
Pervâzına yetmez gibi pehnâ-yı avâlim,
Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim
Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der:
Lâkin nasıl olsun ki bu mi'râca muzaffer?
Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,
Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;
Hüsranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:
Hâlâ o sukûtun küreden tozları kalkar!
Yalnız o mu? Bin fikr-i semâvî bu zeminde,
Bîtâb-ı taharrî kalarak âh ü eninde!
Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh?
Ervâh bütün mündehiş-i "sümme radednâh!"
Sun'undaki esrâra teâlî bize memnû'
Olmaz mı, ridâ-pûş dururken daha masnû'?
Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr
Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr?
Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd,
Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.
Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb'âd,
A'dâd edemez silsile-i feyzini ta'dâd.
Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a'sâr,
Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!
Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;
Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.
İbdâ-ı bedîin -ki cihanlarla bedâyi'
Meydâna getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi',
Mübhem nasıl olmaz ki? Adem'den değil isbât,
Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât,
Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib.
Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib!
Serhadd-i ezel bed'-i hudûd-i melekûtun
Pehnâ-yı ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun.
Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;
Bir anda bu pâyansız olan cevri eder tayy
Bir an, diyerek eylemişim bilmiyerek, bak!
Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!
Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh.
Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!
Itlâka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür?
Eşbâhı görür eyler iken rûhu tasavvur! .
* *
*
Ey rûh-i fezâ-gerd, giran-seyr-i harîmin,
Ey nâtıka, dembeste-i esrâr-ı azîmin,
Maksûd bu hilkatten eğer ma'rifetinse;
Varmış mı o müdhiş görünen gâyete kimse?
Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında?
Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!
Bir sahne ki her perdesi tertîb-i meşiyyet;
Eşhâsı da bâzîçe-i âvâre-i kudret!
Cânîleri, katilleri meydâna süren sen;
Cânîdeki, katildeki cür'et yine senden!
Sensin yaratan, başka değil zulmeti, nûru;
Sensin veren ilhâm ile takvâyı, fücûru!
Zâlimde teaddîye olan meyl nedendir?
Mazlûm niçin olmada ondan müteneffir?
Âkil nereden gördü bu ciddî harekâtı?
Câhil neden öğrenmedi âdâb-ı hayâtı?
Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr!
Cebrî değilim... Olsam İlâhî ne suçum var?
* *
*
Bir sahne demek âleme pek doğrudur elbet;
Ancak görülen vak'aların hepsi hakîkat.
Hem öyle vekâyi' ki temâşâsı hazindir,
Âheng-i tarab-sâzı bütün âh ü enindir!
Zîrâ ederek bunca sefâlet-zede feryâd;
Vâveyl sadâsıyla dolar sîne-i eb'âd.
Yâ Rab, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi?
Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi?
Her ân ediyorsun bizi makhûr-i celâlin,
Kurbân olayım nerde senin, nerde cemâlin?
Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî,
Kimden kime feryâd edelim söyle İlâhî?
Lâ yüs'el'e binlerce suâl olsa da kurban,
İnsan bu muammâlara dehşetle nigehban.
Bir şahsa esîr olmayı bir koskoca millet,
Mekrinle mi yâ Rab sanıyor kendine devlet?
Dünyâyı yakıp yıkmaya bir seyf i teaddî,
Emrinle mi yâ Rab, ediyor böyle tesaddî?
Zâlimlere kahrın o kadar verdi ki meydan:
" Yok âdil-i mutlak" diyecek ye's ile vicdan!
Yerden çıkıyor göklere bin âh-ı şererbâr,
Gökler ediyor sâde çıkan nâleyi tekrâr!
Bir yanda yanar lânesi bin hâne-harâbın,
Bir yanda söner lem'ası milyonla şebâbın.
Kalmış eli böğründe felâket-zede mâder;
Evlâdını gömmüş kara topraklara, inler!
Ağlar beriden bir sürü âvâre-i tâli'
Nan-pâre için eyliyerek ırzını zâyi;
Bükmüş oradan boynunu binlerce yetîman,
Me'vâ arıyor âileler lâne perîşan!
Mazlûm şikâyette, nedâmette sitemkâr;
Hûnâbe-i maktûle garîk olmada hunhâr!
Bîmârı, felâketliyi, uryânı, sefili,
Meflûcu, amel-mandeyi, miskîni, zelîli,
Gaddârı, cefâ-dîdeyi, mahkûmu, esîri,
Heyhât, şu pâyansız olan cemm-i gafîri
Teşhîr ile şöhret kazanan sahne-i dünyâ
Gelmez mi İlâhî sana bir kanlı temâşâ?
* *
*
Lâkin bu sefilân-ı beşerden kiminin, var
Kalbinde bir ümmîd ki encüm gibi parlar:
Îmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür...
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!
Mü'min -ki bilir gördüğü yekrûze cihânın
Fevkınde ne âlemleri var subh-i bekanın;-
Bin cân ile elbet çekecek etse de bilfarz,
Her devri hayâtın ona binlerce belâ arz.
Ferdâdaki ezvâkı o ettikçe te'emmül,
Eyler bugün âlâma nasıl olsa tahammül...
Bir mülhidi lâkin kim eder tesliye heyhât?
Sığmaz bunun âfâkına ferdâ-yı mükâfât!
Baştan başa "boşluk"şu semâlar, şu zeminler,
Bi rgûş-i kerem var mı akan yaşları dinler?
İlcâ-yı tesâdüfle şu "boş!" âleme düşmüş;
Etrâfına binlerce şedâid gelip üşmüş.
Her lâhza boğuşmakla geçip devr-i hayâtı.
Bir şey olacak gâye-i hüsrânı: Memâtı!
Varlıktan onun inliyerek ölme nasîbi!
Bunlar beşerin işte en âvâre garîbi!
Mü'minlere imdâda yetiş merhametinle,
Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle:
Gümrâhlarındır ki karanlıklara dalmış,
Bir rehber olur necm-i emel yok da bunalmış!
Sensin bu şebistâna süren onları elbet,
Senden doğacak doğsa da bir fecr-i hidâyet.
Mülhid de senin, kalb-i muvahhid de senindir;
İlhâd ile tevhîd nedir? Menşei hep bir.
Öyleyse nedendir bu tefâvüt ara yerde?
Esbâb-ı tehâlüf nedir efkâr-ı beşerde?
Yâ Rab, bu serâir gün olur da açılır mı?
Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı?
Her zerrede âheng-i celâlin duyulurken,
Her nağmede binlerce lisan nâtık olurken,
Cilvendeki esrâr nasıl kalmada muzlim?
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim
MEHMET AKİF ERSOY
UMAR MIYDIN?
"Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:
O gün akşama kadar İslam'ın garibliğine,
müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... "
Sebîlürreşâd Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin
Görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;
Ne gurbettir çöken İslâm'a İslâm'ın diyârında?
Umar mıydın ki: Ma'betler, ibâdetler yetîm olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
Umar mıydın: Cemâ'at bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?
Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?
Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,
Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
İşit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
Kopan ra'dın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;
Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin, kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhîdin enkâzı,
O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
Gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
Silinmiş emr-i bi'l-ma'rûfun artık ismi yâdından.
Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde...
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan ma'nâ ibâdullâhı istihkâr.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!
Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
Nihâyet, ye'se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samîmî yaşlarında coştu rûhum, herc ü merc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâ'at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?
Çalışmak!.. Başka yol yok hem nasıl? Canlarla, başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet,
Nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?
İlâhî! Bir müeyyed bir kerim el yok mu, tutsun da,
Çıkarsın Şark'ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
İstanbul, 24 Teşrinievvel 1334 (1918)
MEHMET AKİF ERSOY
UYAN
Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-i hayâtın senin ey Müslüman!
Kurtar o biçâreyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan!
Bunca zamandır uyudun, kanmadın;
Çekmediğin kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa,
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.
Ninni değil dinlediğin velvele...
Kükreyerek akmada müstakbele
Bir ebedî sel ki zamandir adı;
Haydi katıl sen de o coşkun sele.
Karşı durulmaz cereyan sîneçâk...
Varsa duranlar olur elbet helâk.
Dalgaların anlamadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimâk?
Dehşet-i mâziyi getir yâdına;
Kimse yetişmez yarın imdâdına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evlâdına?
"Ben onu dünyaya getirdim..." diye,
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakk-ı übüvvet de bu câniliğe!
Doğru mudur ye’s ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-ı kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun sabah!
Gözleri mâziye bakan milletin,
Ömrü temâdisi olur nekbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hudâ,
Görmeye, lakin daha yok niyyetin!
Ey koca Şark! Ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb'ın elinden yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’anet.
Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: "Hakkımı vermem!" diyen.
5 Şubat 1330 (1915)
MEHMET AKİF ERSOY
YÂ RÂB BU UĞURSUZ GECENİN YOK MU SABÂHI?
"İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden,
bizi helâk eder misin, Allah’ım?"
(A’râf 155)
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
"Yandık!"diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913)
MEHMET AKİF ERSOY
YEİS YOK!
"Dalâile düşmüşlerden başka kim Tanrı'sının
rahmetinden ümîdini keser?"
(Hicr, 56)
Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!
"Ölmüş"mü dedin?Ah onu öldürmeli miydin?
Hakkın ezeli fecri boğulmazdı, a zâlim,
Ferdâlanın artık göreceksin ki ne muzlim!
Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lem'a görünmez.
Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!
Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil seçemezsin.
Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:
Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.
Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın!
Ey, Hakk'a taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid.
Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye'sin
Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.
Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?
Doğduk, "Yaşamak yok size!" derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye'sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;
Mel'un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!
"Devlet batacak!" çığlığı beyninde öter de,
Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde!
"Devlet batacak!" İşte bu öldürdü şebâbı;
Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı?
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmıyacaktır;
Tek sen uluyan ye'si gebert, azmi uyandır:
Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman;
Davransın ümidîn; bu ne haybet, bu ne hırmân?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;
Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,
Allah(c.c.)'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
İstanbul, 30 Teşrinievvel 1335 (1919)
MEHMET AKİF ERSOY
SLM BBO...
VAY BE NE ŞEİR DEİL Mİ?
ELİNE SAĞLIK KARDEŞİM...
MEHMET AKİF ERSOY ŞAİRİMİZE ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM.
NE KADAR BÜYÜK ŞAİRDİR BU YARABBİM
Mehmet Akif Ersoy'un Hayatı (1873 - 1936)
--------------------------------------------------------------------------------
İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır.
Şairin en büyük eseri Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur:
1.Kitap: Safahat (1911)
2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913)
4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914)
5. Kitap: Hatıralar (1917)
6. Kitap: Asım (1924)
7. Kitap: Gölgeler (1933).
Denizi Özleyenler İçin
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
"Bakar bakar ağlarım."
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından;
Suların yeşili,göklerin mavisi,
Lapinaların en harelisi...
Hala tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler gecer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler,damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret
Orhan Veli Kanık
Deniz
Bu akşam vakti deniz,
O bütün hasretimiz,
Sanki gelmiş de dile,
Nedametin sesiyle,
Çarparak kafalara,
Yetmez mi, diyor deniz,
Karada çektiğiniz?
Cahit Sıtkı Tarancı
Deniz'e
Sebepsiz mi azgın bir denizde maviye hasretliğim,
Boşuna mı akar yüreğimde nehirler?
Yoksa birer durak mı,
Sonuna geldiğimi zannettiğim yerler?
Ben yüreğime çok benzediği için
Severim deniz'i..
İdam sehpasında durgun,
Davasında çoşkulu bir devrimci!
Sercan Akçin
Deniz Olurum
Bir çocuk olurum bazen,
Annemin elinden sıyrıldım mı
Koşmaya başlarım yağmur birikintilerinin içinden
Annemin kızmalarına inat.
Bir lise talebesi olurum bazen,
İlk sigaramı içer, biramı yudumladım mı değme keyfime
Ne dert kalır ne tasa sevdiğim kızdan başka...
Evinin ekmek derdine düşmüş bir işçi olurum bazen,
Ha unutmadan arada bir de,
1970’lere gider solcu olurum, devrim yaparım zannımca,
Ceset olurum dar ağaçlarında
Kan olurum damarlarda
Su olurum çöllerde
Aşk olurum sevdalı gönüllerde
Bir de şair olurum yanık yüreklerde.
Atatürk olurum kurtuluş savaşında
Ahmed Arif olurum şiire hasretlerde
Mecnun olurum aşık gönüllerde
Deniz gezmiş olurum Gemerek’te, Şarkişla’da
Bir de yanarım Madımak’ta, Sivas’ta...
Deniz Toprak
iyi aksamlar bbo ailesi
bbo
Günaydın Arkadaşlar...
bbo.
bbo.
merhaba
bbooooo
İYİ AKŞAMLAR
BBO
iyi akşamalar vre...
bbo
bbo
bbo...
günaydın bb0
bbo bbo bbo
merhaba bbo..
selam,kimse yok mu?
HEDEF KITLE : AB
19 MAYIS 2008 PAZARTESİ
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 ELVEDA RUMELI [NET] ATV 10,90 28,10
2 ELVEDA RUMELI (OZET) [NET] ATV 7,00 24,40
3 DUDAKTAN KALBE [NET] SHOW 6,30 18,30
4 ARKA SOKAKLAR [NET] KAND 6,30 16,50
5 DOKTORLAR [NET] SHOW 6,00 17,60
6 IKI AILE [NET] STAR 5,00 13,80
7 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 4,20 21,80
8 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 4,10 21,00
9 YOL ARKADASIM (TKR) [NET] KAND 3,80 15,20
10 ARKA SOKAKLAR (OZET.) KAND 3,70 13,80
11 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 3,00 18,20
12 BILINMEYEN (Y.S) [NET] ATV 2,70 12,20
13 SPOR SAYFASI SHOW 2,60 11,50
14 SPOR GUNDEMI KAND 2,50 11,10
15 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,50 11,10
16 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,40 14,50
17 19 MAYIS TORENLERI TRT1 2,30 16,40
18 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 2,20 11,20
19 AVRUPA YAKASI (TKR)-OPT [NET] ATV 2,00 13,50
20 KOPRU (OZEL) [NET] STAR 2,00 7,50
21 IKI GONUL BIR OLUNCA (OZEL) [NET] FOX 2,00 5,30
22 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 1,90 11,20
23 STAR SPOR STAR 1,80 6,70
24 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 1,70 11,50
25 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 1,70 8,60
HEDEF KITLE : TOTAL
19 MAYIS 2008 PAZARTESİ
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 ARKA SOKAKLAR [NET] KAND 9,60 26,10
2 ELVEDA RUMELI [NET] ATV 7,40 19,90
3 DUDAKTAN KALBE [NET] SHOW 6,40 19,40
4 ARKA SOKAKLAR (OZET.) KAND 5,50 20,20
5 DOKTORLAR [NET] SHOW 5,10 15,10
6 ELVEDA RUMELI (OZET) [NET] ATV 4,40 15,10
7 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 3,90 20,40
8 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,80 19,80
9 IKI AILE [NET] STAR 3,70 10,40
10 KOPRU (OZEL) [NET] STAR 3,20 12,70
11 YOL ARKADASIM (TKR) [NET] KAND 3,00 12,30
12 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 2,90 18,90
13 BILINMEYEN (Y.S) [NET] ATV 2,70 12,20
14 SPOR GUNDEMI KAND 2,60 11,70
15 KANAL 7 HABER SAATI KAN7 2,30 13,20
16 IKI GONUL BIR OLUNCA (OZEL) [NET] FOX 2,30 6,30
17 SPOR SAYFASI SHOW 2,20 9,50
18 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,10 14,50
19 SAKAR SAKIR (T.S) [NET] ATV 2,10 14,00
20 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,10 13,50
21 BESINCI BOYUT [NET] STV 2,10 7,30
22 BUYUK BULUSMA (TKR) [NET] STV 2,00 5,30
23 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 1,90 11,90
24 ATV SPOR HABERLERI ATV 1,90 8,50
25 IKI GONUL BIR OLUNCA [NET] FOX 1,80 6,90
günaydın arkadaşlar,
merhaba bbo...
slm.kimse yokmu
eyy admin kardeş...
yenile artık şu sayfayı sana zahmet olmaz ise.
üşeniyorsan ver şifreyi biz yapalım.
he hee
bbo
yaa arkadaşlar bu oylama işini bi daha düşünsek mi?
ne dersiniz...
sayfayı yenileyebilirmiyiz
vay beeee
ne günlerimiz gecmisti burda...
aradan tam 8 ay gecmis
ADMIIIIINNNNN! ! !
Yeni sayfayi gönderebilir misiniz?
Eski müdavimler geldi
hadi bakim canlanin biraz, ölü topragi mi serpildi üzerinize
sayfayı yenileyebilir misiniz? :)
doğal olarak biz yenileyemiyeceğimiz için tekrar yazdım
sevgili admincim rica etsek yeni bir sayfa açabilirmisin bizlere..
Herkese merhaba, BBO ailesine merhaba.. Güzel insanlar merhaba..
adminnnn hu hu hu
orda kimse varmı acep ?
ekip geri döndü, şenlik ve mücadele zamanı..
ama bizlere yardımcı olman lazım admincim, öyle uyumakla olmaz..bak sen yapmayacaksan ver bize görevi biz hallederiz:)
vay baskanim hosgeldin:)
admin uyuyor herhalde ya
kardes isin varsa beni yönetime al da ben yenileyeyim ara sira
hehe
no name dedi ki...
eyy admin kardeş...
yenile artık şu sayfayı sana zahmet olmaz ise.
üşeniyorsan ver şifreyi biz yapalım.
he hee
21 Mayıs 2008 Çarşamba 14:48
Abi süpersin ya:))
Cok özür dilerim, aceleyle heyecan yaptim anlasilan isimsiz gönderiverdim selamimi..
Hadi ama nerde bize yeni sayfa?
ama lüften yeni sayfamizi süsleyen bir Sevil-Soner-Efe fotografi olsun! Ne oluuuur, cok özledik! :)
arkadaşlar bu site günde iki üç mesaj alıyordu .
admin ancak haftada bir uğruyordur zannımca...
adminin adresini bilen var mi ya
gidip bi ziline filan bassak
sevalcim olur okadarcık, şimdi şenlik zamanı, nolmuş biz yokken buraya ya
hadi bakalım ortamı biraz neşelendirelim..
admincim bize yer lazım, o yüzden senin bize yeni bir sayfa açman lazım..hadi ama abicim ya, biz yokken alıştın tabi yatmaya, görev başında uyumak olmaz..
Mint yapımın ana sayfasından ulaşalım :)
bsakanim müsaadenle bu admini fircalamak istiyorum
izin var mi :)
hadi ama lütfen adminn
buraya gelene kadar birçok zaman geçiyor bizim zamanımız kıymetlidir
yenileyin artık çok ağırrr sayfa
Bende sana katiliyorum No Namecim baksana 354 mesaj olmus hala degistirilmemis!
Dikkatlerini nasil cekeriz acaba?
Admin bey kardesim, lütfen bir bakiver bu tarafa...
kim adminin adresini soruyordu?
ben biliyorum.
dikkat açıklıyorum,
mint sayfalarından bir iki mail sallasak mı
şikayet edelim admini, bakmıyor ilgi zayıf felan diye...
bence admine ulasmak icin mail yagmuruna baslayalim :))
müsade senin kayacım ama bize yakışmayan fırçalama yapmazdın demi..yapmazsın biliyorum :)
hadi madem, minte biraz mail atalım, uzun zamandır mail almıyorlardır..maillerinin pasını silelim..
Sevgili Admin,
Öncelikle artik eskisi gibi (bizden sonraki - biz tekrar gelinceye kadar olan dönem) rahat degilsin artik.
Simdi sana görev listeni acikliyorum :)
1. En az 3 günde bir yeni sayfa acilacak.
2. Burdaki hareketlilik gerekli mercilere ulastirilacak.
3. Baskanimiz "Davsan Mistafa" (Kendisi son derece demokratik bir sekilde baska secilmistir.) basta olmak üzere geri gelen tüm BBO FANLARININ bir dedigi iki edilmeyecek.
4. Bunlarin herhangi birisi yapilmadigi zaman her türlü ceza verme yetkisine sahip "Ceza Komisyonumuz" mevcuttur.
Bilgilerinize...
Kayacim hemen korkutmayalim cocuklari simdi! Durun daha yeni geldik, haberleri bile yok...
Mint in iletişim bölümünden iletişebilen varmı?
ben başarısız oldum.
Haberleri olsun artik ablacim
Biz geldigimizi belli ederiz
Biz ölmüne BBOculariz :)
kardes MinT hayatindan bezmis vaziyette
ama biz onlari da ayaga kaldiracaz evel Allah
heheh kayacım ellerin dert görmesin...en güzel şekilde açıklamışsın durumu
evet admincim, eğer sen bizim zamanımızdaki adminsen bizi iyi tanırsın....hareket ve neşe istiyorsan bizi kırma, zaten kırsanda buradayız artık..
BBO İle Kafayı Yiyenler Kulübü üyeleri burada bundan sonra..
Arkadaslar, haydi su ana sayfadaki
En beğendiğiniz MinT yapımı hangisi?
anketini de tiklayarak sereflendirelim! ne dersiniz?
BBO Ailesi, hadi ama oylari görelim!
ben gönderdim benimki gitti no name tekrar dene
ablacim oylamada da ezici bir üstünlügümüz mevcut :))
Eylemcim,
birden çok e posta adresi giremezsiniz diyor,beni reddediyor.
demek ki beni artık sevmiyor...
sende bir tane adres gir
no name:)))
bilemiyeceğim kardeşim benimki anında gitti onlar seni sevmesede ben seni seviyorum üzülme
kankalar isbasinda :)
Yahu acaba biz adminle degil de direkt Birol Güven`le mi irtibata gecmeyi denesek?
HEDEF KITLE : TOTAL
20 MAYIS 2008 SALI
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 BINBIR GECE [NET] KAND 12,30 32,40
2 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 7,60 20,40
3 SLOVAKYA-TURKIYE [NET] TRT1 7,50 20,00
4 BINBIR GECE (OZEL) [NET] KAND 6,40 22,50
5 ELVEDA DERKEN [NET] KAND 4,00 16,90
6 YESEREN DUSLER [NET] STV 3,90 13,00
7 PARS NARKOTEROR [NET] SHOW 3,50 15,00
8 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 3,40 16,70
9 TEK TURKIYE (TKR) [NET] STV 3,30 8,90
10 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 3,20 15,70
11 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 3,00 14,90
12 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 2,80 18,10
13 SPOR GUNDEMI KAND 2,80 11,80
14 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 2,70 16,30
15 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 2,60 9,30
16 CIRKIN ORDEK YAVRUSU ILE FARECIK (Y.S) [ STAR 2,60 7,40
17 HEPSI 1 [NET] ATV 2,50 7,50
18 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,40 17,30
19 YABAN GULU [NET] ATV 2,40 7,60
20 SON DURAK 2 (Y.S) [NET] STAR 2,30 6,60
21 SPOR SAYFASI SHOW 2,20 9,20
22 ESRA EROL''LA IZDIVAC [NET] STAR 2,10 12,40
23 KANAL 7 HABER SAATI KAN7 2,00 11,20
24 ESRA EROL''LA IZDIVAC (TANISMA) [NET] STAR 1,90 15,00
25 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 1,80 8,90
HEDEF KITLE : AB
20 MAYIS 2008 SALI
NO PROGRAM ADı KANAL RATING (%) SHARE (%)
1 BINBIR GECE [NET] KAND 18,00 46,10
2 BINBIR GECE (OZEL) [NET] KAND 9,00 29,80
3 SLOVAKYA-TURKIYE [NET] TRT1 7,40 18,80
4 VAR MISIN YOK MUSUN-PT [NET] SHOW 6,50 17,10
5 ELVEDA DERKEN [NET] KAND 5,20 19,80
6 UGUR DUNDAR''LA STAR HABER [NET] STAR 4,30 18,50
7 BIZIM EVIN HALLERI [NET] K1 3,60 21,00
8 SPOR GUNDEMI KAND 3,40 12,80
9 ATV ANA HABER BULTENI [NET] ATV 3,20 14,50
10 KANAL D ANA HABER BULTENI [NET] KAND 3,20 13,70
11 MACIN ARDINDAN. TRT1 3,00 10,50
12 VAR MISIN YOK MUSUN (OZET)-PT [NET] SHOW 3,00 10,20
13 SHOW TV ANA HABER BULTENI [NET] SHOW 2,80 12,30
14 SABAHLARIN SULTANI [NET] KAND 2,70 19,60
15 PARS NARKOTEROR [NET] SHOW 2,60 10,00
16 STAR SPOR STAR 2,60 9,50
17 ARKA SOKAKLAR (TKR) [NET] KAND 2,50 15,90
18 HEPSI 1 [NET] ATV 2,50 7,20
19 YABAN GULU [NET] ATV 2,40 7,20
20 ATV SPOR HABERLERI ATV 2,30 8,60
21 CIRKIN ORDEK YAVRUSU ILE FARECIK (Y.S) [ STAR 2,30 6,40
22 SPOR SAYFASI SHOW 2,20 8,40
23 YESEREN DUSLER [NET] STV 2,00 6,40
24 AVRUPA YAKASI (TKR)-OPT [NET] ATV 1,90 12,20
25 BIZIM EVIN HALLERI (OZET) [NET] K1 1,80 12,40
Baskanim müsaadenle
Isimsiz vatandaslar!!
Bundan böyle yalan da olsa kendinize bir isim alacaksiniz ve o isimle yazacaksiniz.
Biz de muhatabimizi bilelim.
Kayacim adamin bir sürü isi vardir, Birol Beyi ilerde daha önemli meseleler icin rahatsiz ederiz, simdilik amacimiz sadece siteyi senlendirmek!
Biz döndük! BBO-sevenler, vazgecmediler, hala BBO seviyorlar!
demek!
Birol Bey duyar bizi elbet... Olmazsa gazetelere haber olur yine duyururuz sesimizi..
eylem'cim sağol.
Başkanım;
yalanı romantik sitesinin admini en aktif olanları bence.
oraya bırakacağınız bir mesaj bence sorunumuzu çözecektir...
o isimsiz arkadaşa reyting metre diyelim sürekli reytingleri veriyor :))
no name oranın adminine mesaj bırakmamız ne ifade edecekki, buranın admini farkılı değilmi..
ama genede yapalım , kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali belki buranın admini uyanır :))
he he bende aynısını düşünmüştüm no name
ama başka dizinin yeri olduğu için vazgeçmiştim bu düşünceden
Kayacım,
bu sitenin en sadık izleyicisi o reyting raportörü arkadaş.
bende kim olduğunu çok merak ediyorum.
yabancı değil ama, kim?
Sitenin sevgili müdavimleri
isimsiz olarak yazmak yerine yalanda olsa bir isim kullansanız, bu şekilde anlamsız oluyor..
bak emsela eylemin fikri güzel, reytingleri yayınlayan arkadaşım senin ismin reytingmetre olsun , bundan sonra onu kullan olurmu..
o zaman yogun istek üzerine soruyu yöneltiyorum.
Reytingmetre gönderen sevgili arkadasim,
KIMSIN?
Cok iyi düsünmüssün No Namecim, kutlarim!
Başkanım sanmıyorum mint yapımın her dizi için bir admin istihdam ettiğini.
bir admin bütün dizilere yetiyordur.
dene bak sen,boş çıkmaz.
diziye efektör almıyor da M.Aras Efektörlük yapıyor.
Allah bilir kimi admin diye kullanıyorlar...
kardes günüdesin yine
hehe
hadi o zaman hep birlikte yalancı romantik sitesinin adminine birer mesaj bırakalım..
bence admine bu yarina kadar mühlet taniyalim
olmazsa öbür güne kadar mühlet taniriz
ama en sonunda istedigimizi aliriz
ben Y.R. sitesinden iletisim basligini tiklayip dilegimizi özür dileyerek bildirdim..
Bekleyelim bakalim bir ise yarayacak mi? Acele etmemeliyiz bence...
admin alıştı tabi yokluğumuza, bakmaya tenezzül etmiyor siteye...ama elbet yolu düşecek buralara..
epeydir uğramadığı şurdan belli..
diğer tüm mint sitelerinde Genç Türk Marşı videosu var...sadece burda yok, demekki bizim admin kaytarıyor
biz gelince herkes kayboldu..
dostlar neredesiniz ?
Admin admin duy sesimizi bu duyduğun bbocuların ayak sesleri
en kısa zamanda bizi duyup sayfayı yenilemen dileğiyle
biz burdayiz da diger arkadaslar durumun saskinligindan olsa gerek yorum yapmiyorlar :))
baksana gelir gelmez kurallar koyduk, admine bulastik, olmadi MinT Yapim`a mail atmalar filan
durum normal yani baskanim
yavas yavas alisacak herkes
uzun bir sessizlikten sonra ağır geldi tabi bukadar şamata..
zamanla alışırlar.. tıpkı eskisi gibi
ama önce admini saklandığı yerden çıkarmamız lazım:))
Arkadaşlar,
lütfen hafızanızı tazeleyin,
2000 li 3000 li sayfalarda yorum yapıyorduk.
şimdi 400 yorum için zırlamamız komik oluyor.
lütfen sayıyla kendimize gelelim.
eskiden 2000 yorum olunca vızıldıyorduk...
ahanda 40o bende...
Yorum Gönder